İsmet İnönü
Görünüm
İsmet İnönü | |
---|---|
Doğum tarihi | 24 Eylül 1884 |
Doğum yeri | İzmir |
Ölüm tarihi | 25 Aralık 1973 |
Ölüm yeri | Ankara |
Vikipedi maddesi Vikiveri öğesi |
Mustafa İsmet İnönü, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk başbakanı ve ikinci cumhurbaşkanı.
Sözleri
[değiştir]- Atatürk’le beraber Sünni-Alevi düşmanlığını tamamıyla tedavi etmiştik. Bu yeniden meydana çıktı. CHP'nin programı ile bu ayrılık tedavi olunacaktır. Bu bizim için hayat meselesidir. Sünni-Alevi arasında Türk olarak bir his gibi fark yoktur. Bir kaynaşma olmuştur. Şimdi bunu ayırma teşebbüslerine, CHP olarak karşı koyacağız.[1]
- Bir de aşırı sol irticaa kendini kaptırmış olan bir teşekkül var. İlericilik ve devrimcilik parolalarını saptırarak, gerçekte Atatürkçü öğrencilerden, asıl Atatürk ilkelerinin tam aksi yönde eylemler isteniyor.
- Yeni yıl mesajı, 1971
- Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur. Aslı astarı olmayan propagandalara kanmış, aldanmış, neticede yollarını şaşırmış Doğu Türkleridir.[2][3][4]
- Bir ülkede namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça o memlekette kurtuluş yoktur.
- Ben ölmeyi göze almıştım, Talat öldürmeyi göze alamadı. Bir kumandan muharebeyi evvela kafasında kaybeder. Talat kafasında kaybetti. İhtilalci müzakere etmez, müzakereyi kabul ettiği anda kaybetmiş demektir.
- (22 Şubat 1962'de Kara Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir'in öncülüğünü çektiği başarısız darbe girişiminden sonra.)
- Demokratik rejim istikametinden ayrılıp baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır. Fakat ihtilal bir millet hayatının asla arzu etmeyeceği, çetin ve tehlikeli bir ameliyattır. Çok iyi niyetlerle, vatanperver hislerle ihtilal yaparak idare kuranlar, kurdukları idarenin ertesi gününden itibaren kabus içinde yaşarlar. Böyle giderseniz, sizi ben bile kurtaramam!
- (27 Mayıs 1960 darbesinden kısa bir süre önce TBMM'de, 18 Nisan 1960.)
- Bütün ömrünü, hizmetine vakfettiği sevgili milletinin ihtiram kolları üstünde Ulu Atatürk'ün fani vücudu, istirahat yerine tevdi edilmiştir. Hakikatte yattığı yer, Türk milletinin onun için aşk ve iftiharla dolu olan kahraman ve vefalı göğsüdür. Devletimizin banisi ve milletimizin fedakar, sadık hadimi, insanlık idealinin aşık ve mümtaz siması; Eşsiz kahraman Atatürk, vatan sana minnettardır!
- (Atatürk'ün ölümü üzerine İnönü'nün yayınladığı mesaj, 21 Kasım 1938.)
- Din ticareti yapanların zaafı gerçek ve aydın hareket karşısında aşikardır. Çünkü bunlar yeni hiçbir şey vadetmez. Ve hiçbir müessese getirmez. (...) Onların bu hareketleri, taşkınlıkları zararlı olur mu? Olur. Ama cehalet muzaffer olmaz.[5]
- Türkiye için en büyük tehlike laikliği istismar edecek olan şeriat düşkünü siyasi cereyanlardan gelecektir.[6]
- Evet, sizi ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım.
- (2. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, bir ekmek kuyruğunda İnönü'ye 'Paşam bizi ekmeksiz bıraktın!' diyen bir çocuğa İnönü'nün verdiği cevap.)
- Birinci Cihan Harbi'nde Almanlarla beraber çalıştık. Anlaştığımız zamanlar oldu, çatıştığımız zamanlar oldu. Çok defa da Almanlar bizden şikayetçi olmuşlardır. Almanlarla münasebetlerimizin hususiyetini belirtmek için şunu işaret etmek isterim ki, Türk-Alman ittifakı içinde beraber çalıştığımız Almanların, Alman İmparatorluğu menfaatine bir takım hesapları vardı. Bilhassa Suriye'de ve Arabistan'da hususi bir politika güdüyorlardı. Bize, yüzümüze karşı açıkça söylediklerine göre, Ermenilere yapılan muameleden son derece kırılmışlardı. Almanların Araplara karşı politikası büsbütün başkaydı. Onlara hususi bir muamele yapıyorlardı ve aslında harbi kazansalardı, yani Almanların istedikleri ölçüde kesin bir zafer kazansaydılar, onlardan kurtuluş kolay olmayacaktı. Açıkça görünüyordu ki, Türkiye'ye gitmek üzere gelmemişler.[7]
- Barışın nimetlerinden her zaman yoksun kalan Türk ulusu, hiçbir kurtuluş umudu kalmadığını anlayarak varlığını korumayı ve maddi ve manevi kaynaklarıyla bağımsızlığını kazanmayı başarmıştır.
- (Lozan Konferansı açılış konuşmasından, 20 Kasım 1922.)
- Üniversite özerkliği, zorbaların kanundan kurtularak üniversitelerde baskı yapmaları yetkisi değildir. Silah taşıyorlar ve onunla veya silahsız kanun dinlemiyorlar, hoca dinlemiyorlar. Çalışmak isteyen öğrenciyi zorla alıkoyuyorlarsa öğrenci adına layık olmayan bu kimseler ister sol irticaın aleti olsunlar, ister sağ irticaın; devlet kuvvetleriyle derhal tesirsiz ve yersiz bırakılmak lazımdır. Yurtlar için de durum budur.
- Yeni yıl mesajı, 1971
- Birinci Dünya Harbi'ne girdiğimiz günlerin birinde, büyük karargahta, benim gibi başka erkanıharp zabitlerinin de bulunduğu bir sırada Bronsart Paşa'ya sordum: Harp yapılıyor, ne olacak, kazandınız ne olacaksınız? Bu kadar büyük fedakarlığın karşılığı nedir? Belçika Belçika diye cevap verdi. Tekrar sordum: Belçika bu kadar fedakarlığı karşılayacak bir değer midir? Belçika'nın nesi var? Eti ne budu ne? Bronsart Paşa, Evet ufaktır, ufaktır ama çok değerlidir, dedi. Ben kendisini sıkıştırmaya devam ettim. Israrla kendisine soruyordum: Harpten sonra ne olacak? Nihayet baklayı ağzından çıkardı, Türkiye dedi. Bunu, Türkiye'yi kazanacağız, manasına söylediğini anladım. Fena halde çarpılmıştım ama, kendimi tuttum. Evet dedim, ne şekilde? Nasıl olacak? Beraber çalışacağız, cevabını verdi. Harpten sonra beraber çalışacağımızı düşünmüyoruz dedim. Bronsart Paşa niyetlerini daha çok açığa vuran bir cevap verdi ve dedi ki: Anlıyorum düşünmüyorsunuz ama kaç kişisiniz? Bu fikri devam ettirecek kaç kişisiniz? Varız kafi derecede, dedim.[7]
- İkinci Cihan Harbi (2. Dünya Savaşı) nasıl Avrupa'nın bilmem neresinden çıktı da 6 sene bizim memlekete de türlü ıztıraplar verdiyse, şayet çıkacaksa Üçüncü Cihan Harbi de öyle çıkabilir. Görüyorsunuz, size her ihtimali açık söylüyorum. Fakat bu ihtimal kuvvetli midir? Kuvvetli olmaması lâzımdır.
- (Erzincan Halkevi’nde, 24 Mayıs 1946.)
- Çerkez Ethem'i Yozgat isyanının bastırılmasında görevlendirdik. Ethem Bey, Yozgat isyanını bastırdı ve Ankara'ya döndü. Yozgat isyanı çok kanlı bir şekilde bastırılmış ve Yozgat yağma edilmiştir. Ethem Bey'in kuvvetleri Yozgat'tan Ankara'ya geldikten sonra, Ankara Çarşısında ve Ankara'nın etrafında büyük panayırlar kuruldu. Bizim Kuvayi Milliye, Yozgat'tan sürdükleri koyunları halkın gözü önünde satmaya başladılar. Olup bitenleri hüzünle seyrediyoruz, fakat bir şey yapamıyoruz. Ethem Bey'in Yozgat'tan dönüşü üzerine kendisini istasyonda karşıladığımızı ve Atatürk'le beraber bir müfrezesini teftiş ettiğimizi hatırlarım. Müfrezeyi teftiş ettik muvaffakiyetlerini selamladık. Oradan ayrılırken Atatürk'e sordum: Her biri pürsilah, tepeden tırnağa silahlı. Bunun kendilerine verdiği güven ve büyüklük duygusu ile herkese tepeden bakıyorlar. Bugün memlekete hakim olan kimdir? Bunlar mı, biz miyiz? Beraber yürüyoruz, Atatürk biraz durdu, düşündü ve şu cevabı verdi: "Biziz, akıl bizdedir." Atatürk'ün bu sözlerinden keyiflendim.[7]
- CHP'li olarak bize iki görev düşüyor. Evvela, cumhuriyetin muhafızıyız. Büyük Atatürk bize memleketle beraber cumhuriyeti emanet etmiştir. İkincisi, çektiğimiz sıkıntılar karşısında bir ümit meşalesi olmalıyız.
- Hâlâ bu dakikada bile, bir milyondan ziyade masum Türk'ün, Küçük Asya ovalarında ve yaylalarında, evsiz ve ekmeksiz, serseri gibi dolaştıklarını da hatırlatmak isterim. Efendiler, çok ıstırap çektik, çok kan akıttık, bütün medeni milletler gibi hürriyet ve istiklal istiyoruz.[8]
- “Mösyö Montagna, bana bak, ben protesto bilmem” dedim. “Ne bilirsin?” diye sordu. “Böyle protesto ettin mi, ben bir saat sonra muharebeye tutuşuyoruz, deyiveririm” cevabını verdim. Beni protesto eden bu adam derhal ciddiyetini bıraktı: “Şimdi muharebe lafını nereden çıkardın?” dedi. Bunun üzerine şöyle konuştum: “Ben bütün ömrümde emir aldım ve emir verdim. Bunun dışında protestoydu, cilveydi, böyle şeyleri bilmiyorum” dedim.[9]
- Fransızlardan hayır yoktur. Verdikleri yeni projelerde yeni ağır şartlar ileri sürdüler... Fransızlar ya bizim sulh yapmamızı istemiyorlar veya hem bize fenalığı yapmanın hem de yüzümüze gülerek hazmettirmenin kabil olduğuna inanıyorlar... Fransızlar, İngilizlerden daha fazla aleyhimize döndüler![10]
- (Mustafa Kemal'e hitaben) Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı bir düşün. Büyük işler yapmış ve yaptırmış adamsın. Sana bağlılığım bir kez daha artmıştır. Gözlerinizden öperim pek sevgili kardeşim, aziz şefim.[11]
- Devlet adamı olarak, hiçbir zaman hatırımızdan çıkaramayız ki, hilâfet orduları bu memleketi baştan başa harabeye çevirmişlerdir. Bir gün yeniden hilâfet orduları kurulabileceğini aslâ gözden uzak tutmayacağız. Türk milleti en büyük acıları halife ordusundan çekmiştir. Bir daha çekmeyecektir. Bir hilâfet fetvasının bizi I. Dünya Savaşı felâketine sürüklediğini hiçbir vakit unutmayacağız. Bir hilâfet fetvasının, millet ayağa kalkmak istediği zaman, ona düşmanlardan daha alçakçasına hücum ettiğini unutmayacağız. Tarihin herhangi bir devrinde, bir halife, eğer zihninden bu memleket mukadderatına karışmak arzusu geçirirse, o kafayı behemehal koparacağız![12]
- Mustafa Kemal Paşa vazifesine devam ediyormuş. Garip vaziyet. İsyan mı edecek?[13]
- Zulüm ve zorbalık dünyasının en zalimce hücumlarına karşı yalnız ve şaşkın kalan milletimizin maddî ve manevî bütün kabiliyet ve kuvvetlerini ruhundaki ateşle toplayan ve harekete getiren Büyük Millet Meclisi’nin Başkanı Mustafa Kemal Paşa! Kahraman askerlerimiz ve subaylarımız adına,askerlerimizle avcı hatlarında omuz omuza vuruşan tümen ve kolordu komutanları adına takdir ve tebriklerinize büyük bir iftiharla teşekkürlerimi arz ederim.[14]
- Köklü bir devlet şekli söz konusu olduğu zaman düşünce ve duygularımız kendi aramızda kalmaz. Onları takip eden bütün bir dünya vardır. Cumhuriyet'in ilanı bir milletin kutsal bir ideali, bir ateşi, bir ülküsü gibi ortalığı sarar.[11]
- Çello çalmayı en çok arzu ederim. İnsan sesine o kadar yakındır ki![15]
- En büyük yenilgim en büyük zaferimdir.14 Mayıs 1950 seçimlerini kaybetmesini ima ederek. [16]
- Bir: Ordunun birliğini muhafaza ediniz... İki: Milli Birlik Komitesi olarak siz, kendi içinizde birliğinizi muhafaza ediniz... Üç: Derhal seçime gidiniz. Bir an evvel seçime gidiniz. Bir an evvel seçime gitmekte sayılamayacak kadar çok milli menfaat vardır![17]
- Atatürk'ün ayrılışından kısa bir süre sonra İkinci Dünya Harbi patladı. Atatürk'ün bıraktığı Cumhuriyet, bünyesinde ve anlayışında o kadar sağlam işledi ki 6 sene süren dünya harbi birçok devleti götürdüğü halde Türkiye bu hengameden sağlam çıktı.[18]
- Türkiye, toprak bütünlüğünü ve masuniyetini, şu veya bu devletler grubu arasındaki siyasi ve askeri kombinasyonların şekline göre mütalaa edemez ve tecavüzden masun olma hususundaki mukaddes hakkı üzerinde, herhangi bir yabancı devletin kazanacağı zafer açısından hüküm yürütülmesine müsaade edemez. Türkiye, bu sebepten, milli egemenlik alanı içine vaki olacak her müdahaleye karşı koymaya azimlidir.
Biz inanıyorduk ve bugün de hala inanıyoruz ki, ortada Türk ordularıyla Alman ordularını karşı karşıya getirecek bir sebep yoktur. Ve Almanya, Türkiye'nin emniyetinin ve istiklalinin gereklerine karşı anlayışlı davrandığı müddetçe böyle bir felaket meydana gelmez.Ben de size açıklarım ki, mazide olduğu gibi istikbalde de uyanık bir bekçilik görevi ifa edecek olan Türk ordusu, Reich hükümeti, Cumhuriyet hükümetini tutumunu değiştirmeye mecbur edecek tedbirlere tevessül etmediği müddetçe, Alman birliklerine karşı aynı şekilde davranacaktır.[19] - İlk olarak Cihan Harbi'nin ihtimallerinden nasıl çıkacağımızı düşünmekle meşgul idik. Düşündüm ki bir Sovyet Rusya ile ve Anglo Sakson grubuyla karşısında bulunan grupla ayrı ayrı ittifak yapmak. Bu ittifak birine diğeri harbe tutuştukları zaman bir tarafla birlik olmak için değil bu ittifak onlar arasında yeni bir anlaşmazlık çıktığı zaman tarafsız kalmayı her ikisine şimdiden taahhüd ettirmekti. Zihnimde bunu tasarlamıştım bu politikayı takip etmeye başlamıştım. Bu tasavvuru engelleyen Sovyet Rusya ile başladığımız ve çok ümitli bir tarzda cereyan eden müzakerelerin Mareşal Stalin ve Molotov hükümeti tarafından ileri sürülen taleplerle kökünden ve tamamen ortadan kalkması olmuştur. Bu tasavvurdan eser kalmadı.[20]
- Orduyu kendinin zanneden, kendi kendini aldatır. Ordu kimsenin değildir. O kendi kanunları içinde yaşar.[21]
- Hiçbir ülke yoktur ki, kendi içinde bizimki kadar çok hain yetiştirmiş olsun!
- Arzu edilirdi ki, uzun müddet iktidarda kalmış bir partinin başkanı sıfatıyla benim de bu mesele hakkında reyime müracaat edilsin. Büyük memleket meselelerinde, hususiyle memleket müdafaası ve harp ihtimallerinde, hükümetin muhalefet partisi ile fikir mutabakatını tecrübe etmesi, memleket birliğini sağlamak için esas tedbirdir. Halbuki bu mesele hakkında Hükümet, Büyük Millet Meclisi'nin dahi reyini almış değildir. Halbuki İkinci Cihan Harbi'nde harp Türkiye'nin kapılarını çaldığı zamanlar ve Alman orduları hudutlarımızda iken, bu memleketle iktisadi münasebetlerimizi kararını bile almadan Meclisin fikrini sormuştuk.[22]
- Yurdumuzu istila eden Yunanlarla giriştiğimiz savaşlarda bizi, bir yandan mütecaviz Yunanlara karşı şeref ve vatanımızı korumaya çalışırken, diğer taraftan işgal kuvvetlerinin aleti haline getirilen Şeyhülislam Dürri Efendi'nin yıkıcı fetvaların ile uğraşmaya mecbur kalıyorduk. Şeyhülislam bu fetvalarda bizlerin padişaha isyan eden kimseler olmamız itibariyle ve bizlerin emri altında çalışan askerlerin de kâfir sayılacaklarını bildiriyordu. Bugün meclis kürsüsünde konuşan bu hoca (Ömer Bilen) gibi ve dün Yunan uçakları ile fetvalarını Türk siperlerine attıran Şeyhülislam gibi kimseler, mukaddes din kavramlarını siyaset sahnesine getirmek isterlerse de, artık bu gibi kimseler, Türk milletini böyle muzır hareketlerinden dolayı zarara sokamayacaklardır.[23]
- Başbakan Menderes'in, Balıkesir nutkunu sakin sinirle okudum. 1958 Türkiyesinde iftira ve tehditten yılacak siyaset adamı yoktur. Orta Doğu'nun İhtilal hareketleri memleketimize ancak felaket getirir. Tarih daima göstermiştir ki, ihtilal iki türlü olur: Ya doğru yoldan sapmış olan sokak serserileri, meşru hükümetler aleyhine teşebbüs ederler. Yahut insan hakları dışında hükümet sürmek sevdasına düşen siyaset serserileri, ihtilali zorla meydana getirirler. Siyaset adamlarının bu gerçeği, hiç unutmamalarını tavsiye ederim.[24]
- Bir memlekette sehpalar kurulursa nasıl işleyeceğini kimse bilemez!
- (Başbakan Adnan Menderes’in, 6 Eylül 1958 günü Balıkesir'de yaptığı mitingde muhalefeti ima ederek “İdam sehpalarında can verenlerden ders alsalar ya!” sözüne İnönü’nün bir gün sonra gelen yanıtı, 7 Eylül 1958.)
- Gayri meşru baskı rejimine girmiş olan idarelerin hepsi böyle söylemişlerdir. Siz de öyle diyorsunuz fakat muvaffak olamayacaksınız. Syngman Rhee (Kore eski Cumhurreisi) kurtuldu mu? Üstelik onun ordusu, memuru, polisi elindeydi. Halbuki sizin elinizde ne ordu var, ne memur, ne üniversite, hatta ne de polis... 'Meclis Tahkikatı' önergenizin gerekçesi diyor ki: Memura itimat etmiyoruz, tahkik edeceğiz. Orduya itimat etmiyoruz, tahkik edeceğiz. Bizim görüşümüz ise farklıdır. Baskı tertipçileri bilsinler ki Türk milleti, Kore milletinden daha az haysiyetli değildir.[25]
- Silahlı kuvvetler Başkomutanının emirlerine uymak ve girişilen harekata derhal son vermek şartıyla, şimdiye kadar kan dökülmesine meydan verilmemiş olması göz önünde tutularak harekata katılanlar hakkında hiçbir cezai takibat yapılmayacağına hükümet başkanı olarak söz veriyorum.[26]
- Bir ihtilalci müzakereye girdiği andan itibaren kaybetmiştir. Kendi iç dünyasında anlaşmazlığa düşmüştür, kendi kafasında kargaşaya düşen bir lider sağlam karar veremez. Onun saat saat şartları değiştirmesinde zayıfladığını hissetmiştim. Zayıfladığını hissettiğim anda bitmişti.[26]
- On beş tane çapulcu çıkacak ve devlete el koyacak, biz de hiç mukavemet etmeyeceğiz. Sabahtan beri harekât olduğunu söylüyorsunuz. Bu ne biçim harekât, kim bir küçük yara aldı? Hani nerede top ateşi, nerede tankların saldırısı? Eğer kan dökülmek isteniyorsa dökülecektir. Devletin şerefi böyle bir harekâtı derhal bastırmayı gerektirir.[27]
- Kıbrıs'taki bu haksız durum devam eder, müttefikler bizi yalnız bırakır, NATO yanımızda olmaz, anlayışsızlık hüküm sürer, Türk azınlık ezilir, bu böyle devam ederse günün birinde Batı'nın bu savunma sistemi yıkılır, yeni şartlarla yeni bir sistem ve dünya kurulur, Türkiye de bu yeni dünya içinde yerini bulur![28]
- Suçluların cezaları müebbet hapse çevrilmelidir. Nihayet bunlar genç, tecrübesiz, taşkın insanlardır. Taşkınlıklarının hiçbir netice veremeyeceği kendilerine ve emsallerine öğretilmiştir.[29]
- Deniz Gezmiş ve diğer iki Marksist-Leninist militanın idamları Mecliste görüşülürken, 24 Nisan 1972
- Türkiye, tok esirlerin veya aç hürlerin diyarı değil, hür ve tok insanların diyarı olmalıdır. İnsanlara ekmek vermek için hürriyetlerini ellerinden alan rejimleri reddediyoruz. Aynı şekilde ekmekten yoksun insanlara biçimsel hürriyetler tanımanın yetersizliğine inanıyoruz.
- Köy Enstitülerinin kapanmasından duyduğum acıyı tarif edemem. Bir babanın evladını kaybetmesinden duyduğu acı gibi duyarım, ama herkes zanneder ki Hasan Ali Yücel’i Tonguç’u isteyerek değiştirdim; Köy Enstitülerinin kapanmasına neden oldum diye benim hakkımda kamuoyunda yanlış bir hüküm vardır; aslında o zaman bir sürü olaylar oldu. Kurultaylarda Enstitüler aleyhine bir cereyan başladı. Ben bunların doğru olmadığını yerine giderek tespit ettim, ama bu o kadar yoğunlaştı ki grubu etkiledi. Grubun büyük çoğunluğu Köy Enstitülerinin aleyhine döndü. Bakanlar içinde Köy Enstitülerine karşı vaziyet alanlar çoğaldı. En çok da bu konuda Köy Enstitülerinden şikayet edilenlerin başında Milli Eğitim Bakanı Yücel’le, Genel Müdür Tonguç hedef alınıyordu. O sırada ordudan, rahmetli Mareşal Fevzi Çakmak’tan (1876 – 1950), o Genelkurmay Başkanlığından ayrılmadan önce, yoğun şikayetler başladı. Mareşal, “ Bu komünist yuvalarını ne zaman kapatacaksın ? ” diye soruyordu. Mareşal bunu adeta bir mesele haline getirmişti. Köy Enstitüleri etrafında bu çok yoğunlaştı.
- Şimdi sana önemli bir şey söyleyeceğim: Herkes benim zayıflığım gibi görür, ama benim gücümdür aslında; mesela ben Köy Enstitüsü fikrine inanmışımdır. İnanmış bir insan, sonuna kadar bunu yürütür; idealizmde, felsefede bu böyledir, ama ben politikacıyım, uygulayıcıyım. Ben gücüme göre gücümün var olduğu yerde, gücümü gösterebilirim. Ben dahi değilim, gücümle, tecrübemle memleket menfaatlerini en üst seviyede tutarak meselelere çözüm bulurum. Ben gücümün bittiği yerde bir politikacı, bir tecrübe sahibi bir insan olarak bir noktada, onu gelecekte tekrar uygulamak üzere bir noktada durdururum. Bu, aslında benim gücümdür. Çünkü artık gücümü kaybettiğim noktada, “Ben bu işi yürüteceğim !” diye yürüdüğüm zaman, artık tamamıyla yok olma durumu vardır; ben gücümün bittiği yerde, her şeye rağmen, yok olucu bir harekete yönelmem. Orada dururum. Zaman, benim için önemli bir faktördür; zaman içinde imkanlar gelir önüme, bir noktada bıraktığım fikrimi yeniden uygularım. Değişen zaman içinde de bana yeni fikirler gelmemiş, o fikrin doğruluğu bende bir kanaat olarak devam ediyorsa, onu yeniden uygularım. Köy Enstitüleri meselesi de böyle olmuştur.
- Benim gücüm o zaman nereden geliyordu ? Partiden, Parti Meclis Grubundan, gücümü ben buradan alıyordum. Bu konuda bütün organlarda gücümü kaybetmişim. Ordunun üst kademesinde de huzursuzluk başlamış. Onun için bir süre en çok bu konuda saldırıya uğrayan, Milli Eğitim Bakanı Yücel’le, Genel Müdür Tonguç’u onların da gönlünü alarak bir süre için bu şimşekleri bu olay üzerinden uzaklaştırmak istedim. Fakat sonradan demokratik hareketleri de başlatınca, olaylar öyle gelişti ki kendi cereyanında yürüdü ve bir an geldi ki artık Köy Enstitülerini, eski gücüyle, eski ruhuyla devam ettirmek olanakları benim elimden çıktı.[30][31]
Diyaloglar
[değiştir]Lord Curzon ve İsmet İnönü
[değiştir]- Lord Curzon: Konferanstan bir neticeye varacağız. Ama biz memnun ayrılmayacağız. Hiçbir işte bizi memnun etmiyorsunuz. Hiçbir dediğimizi, makul olduğuna, haklı olduğuna bakmaksızın kabul etmiyorsunuz. Hepsini reddediyorsunuz. En nihayet şu kanaate vardık ki, ne reddederseniz hepsini cebimize atıyoruz. Memleketiniz haraptır. İmar etmeyecek misiniz? Bunun için paraya ihtiyacınız olacaktır. Parayı nereden bulacaksınız? Para bugün dünyada bir bende var bir de bu yanımdakinde (ABD gözlemcisi Richard Washburn Child). Unutmayın, ne reddederseniz hepsi cebimdedir. Nereden para bulacaksınız, Fransızlardan mı? Para kimsede yok. Ancak biz verebiliriz. Memnun olmazsak kimden alacaksınız? Harap bir memleketi nasıl kurtaracaksınız? İhtiyaç sebebiyle yarın para istemek için karşımıza gelip diz çöktüğünüz zaman, bugün reddettiklerinizi cebimizden birer birer çıkartıp size göstereceğiz!
- İsmet Paşa: Şimdi meseleleri halledelim, para istemek için gelirsem o zaman gösterirsiniz! Ama gelirsem!..[8]
Cemal Gürsel ve İsmet İnönü
[değiştir][1960 Darbesi'nden bir gün sonra Cemal Gürsel İsmet İnönü'yü arar]
- Cemal Gürsel: Sayın Paşam.
- İsmet İnönü: Buyurun Paşa hazretleri.
- Cemal Gürsel: Size karşı kusurluyuz Paşam. Hareketimizi size önceden haber vermedik. Fakat haber verseydik, bizi bundan caydırmak isteyeceğinizi biliyorduk. Yapacak başka bir şeyimiz kalmamıştı. Bizi affetmenizi rica ediyoruz. Emirleriniz bizim için daima peygamber buyruğudur Sayın Paşam.
- İsmet İnönü: Millet ve memleket için hayırlı bir iş yaptınız. Büyük bir iş yaptınız. Asıl ben, muvaffakiyetiniz için sizin emrinizdeyim Paşa hazretleri.[32]
Winston Churchill ve İsmet İnönü
[değiştir]- İsmet İnönü: Savaşa giremeyiz, Almanlar İstanbul'a sadece yangın bombası atsalar bile kent cayır cayır yanar.
- Winston Churchill: İstanbul'u korumak için 1.5 uçak filosu vereceğiz. Bu rahat rahat yeter.
[İnönü o an küçük bir manevrayla konuyu değiştirmiş gibi yapar.]
- İsmet İnönü: Ya burası ne kadar boğucu, amma çok asker koruyor şu küçücük alanı değil mi?
[Churchill oltaya atlar.]
- Winston Churchill: Aaa öyle demeyin, bu Almanların ne yapacağı hiç belli olmaz, Girit'ten gelir bombalayıverirler burayı da. Biz her zaman yanımızda 10.000 asker ve 20 uçak filosuyla gezeriz.
[Winston Churchill anlar hatasını ya nafile]
- İsmet İnönü: Yaa demek şu futbol sahası kadar alanı 20 filo ancak koruyor da bizim koca İstanbul'u korumaya 1.5 filo yeter diyorsunuz ha!
- Franklin D. Roosevelt: Yakalandın Winston, yakalandın!
[Ardından üçünden de kahkahalar yükselir.][33]
Hakkında söylenenler
[değiştir]- Türk halkından ziyade ne siyasetçiler ne de okuyup yazan kesim İsmet İnönü’yü anladı. Hatta aynı partide çalışan arkadaşları dahi zaman zaman kendisini anlayamadı. Onu hep otoriter gördüler. Halbuki İsmet İnönü hiçbir zaman doğruyu ya da yanlışı göstermeye, emir vermeye çalışmadı; kendi kafasındakileri yaptı ve örnek almalarını bekledi. (...) İnönü, Demokrat Partilileri yaklaşan darbe konusunda sürekli uyarıyordu, fakat onlar bunu İnönü’nün askeri göreve çağırması olarak algılıyorlardı. Bunun dışında, mesela 1960 Müdahalesi’nden sonra da askerle arasına mesafe koymadı, çünkü mesafe koyarsa askerlerin darılacaklarını biliyordu. Onları darıltmadan karargâhlarına hızlı bir şekilde gönderebileceğini ve demokrasiyi yeniden işlenebilir hâle getireceğini düşünüyordu. Fakat bu da yanlış anlaşıldı, “İnönü onlardandır” denildi.[34] - Metin Heper
- Bırakın dine karşı olmayı annesi vefat ettiğinde merasim sırasında imamla beraber Kur’an okuyan birisi İnönü. Eşi namaz kılıyor; kendisi oruç tutuyor, kurban kesiyor. O dönemde her yer haraptı, kapalı bir mekâna ihtiyaç vardı; bu yüzden de bazı camiler devlet için kullanılıyordu. Kendisi kesinlikle dine karşı değildi.[34] - Metin Heper
- Yerine geçen bir "ikinci adam"dı. Kendini tutturabilmek için çevresini eski devir gericileri ve Atatürk düşmanları ile donattı. Paradan, puldan Atatürk resimlerini çıkarttı. Sonunda demokrasiye geçiş devrinde medreseleri açarak şeriatçılığı yeniden diriltmiştir.[35] Falih Rıfkı Atay
- İstanbul'da ertesi gün eski arkadaşı Ali Fuat Cebesoy'u yemeğe çağırmıştı. Öfkesi dinmemişti:
- — Efendim hangi işi verdik de biz yardım etmeden başarmıştır? Kütahya Muharebeleri'nde böyle olmamış mıdır? Lozan'da böyle olmamış mıdır?[36] Falih Rıfkı Atay
- (Mustafa Kemal Atatürk'ten İsmet İnönü'ye)
- Herkes İnönü'nün tepkisini bekliyordu. O; ayağa kalktı, ceketini ilikledi, partinin yeni liderini saygıyla selamlayıp elini sıktı. Cumhuriyetin kurucusu ve mirasçısı, hiçbir şey söylemeden aynı ağır adımlarla siyaset sahnesinden süzülüp gitti.
- 7 Mayıs 1972 tarihindeki CHP olağanüstü kurultayını Bülent Ecevit'e kaybettikten sonra.[37]
- Birinci sınıfa başladığımızda İstanbul'da Savarona yatında hasta olan Atatürk'ün sağlık durumu ağırlaşmaya başlamış ve gazetelerde her gün sağlık raporu neşredilir olmuştu. Hepimizi en çok üzen olay bu idi. Ölümü halinde Türkiye'nin durumu ne olurdu? Yerine kim Cumhurbaşkanı seçilirdi? Sık sık aramızda bu konuları görüşür, İsmet İNÖNÜ'den başka o makama layık olanı da bulamazdık.[38] Kenan Evren
- Ne olurdu Menderes; tarihî şahsiyet hâline gelmiş ve Atatürk'ün en yakın arkadaşı olan, uzun süre başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış İsmet İnönü'ye gerekli saygıyı gösterse, konuşmalarını daha ölçülü yapsa idi? Zararlı mı çıkardı? Aksine daha da kârlı çıkardı. Ama yapmadı. İsmet İnönü de keza çok ağır tenkitler yapmıyor değildi. Ancak tahrik ediliyordu.[38] Kenan Evren
Kaynakça
[değiştir]- ↑ İsmet İnönü: Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşiler, Editör: İlhan Turan, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu, s. 101
- ↑ Paul J. White, a.g.e., s. 79. Şablon:İng
- ↑ The Turkish crime of our century, Asia Minor Refugees Coordination Committee, p. 14. Şablon:İng
- ↑ Vahap Coşkun, "Anayasal Vatandaşlık", Köprü dergisi, Kış 2009, 105. Sayı.
- ↑ Abdi İpekçi, İnönü Atatürk'ü Anlatıyor, Dünya Yayınları, s. 150
- ↑ Orhan Koloğlu, Ecevit ile CHP, Büke Yayınları, s. 96.
- ↑ 7,0 7,1 7,2 İsmet İnönü, Hatıralar, 1. cilt
- ↑ 8,0 8,1 Taha Akyol, Bilinmeyen Lozan (belgesel)
- ↑ Taha Akyol, İtalyan Diplomat Montagna ile Lozan Gerilimi, Bilinmeyen Lozan. Doğan Kitap - 1. baskı.
- ↑ 26 Ocak 1923'te Başbakan Rauf Bey'e çektiği telgraf.
- ↑ 11,0 11,1 "İsmet Paşa'nın çektiği ıztırap". Atatürk Araştırma Merkezi. Erişim tarihi: 8 Aralık 2016.
- ↑ "İsmet Paşa'nın Mecliste Rauf Bey'e verdiği cevaplar". Atatürk Araştırma Merkezi. Erişim tarihi: 8 Aralık 2016.
- ↑ Günlüğüne düştüğü not - 22 Haziran 1919.
- ↑ "İkinci İnönü Zaferi ve İsmet Paşa'nın Metristepe'de gördüğü durum". Atatürk Araştırma Merkezi. Erişim tarihi: 8 Aralık 2016.
- ↑ Nebil Özgentürk, Sanatımızın Hatıra Defteri (belgesel)
- ↑ "İnönü'nün bu sözüne dair bir Hurriyet gazetesi yazısı". https://www.hurriyet.com.tr. Erişim tarihi: 24 Haziran 2022.
|yayıncı=
dış bağlantı (yardım) - ↑ Mehmet Ali Birand, Demirkırat Belgeseli, Bölüm 9: Ada
- ↑ Cumhuriyet Tarihi İkinci Cumhurbaşkanı (belgesel)
- ↑ 12 Mart 1941'de Adolf Hitler'e yazdığı cevap mektubu.
- ↑ İsmet İnönü. Hatıralar.
- ↑ Metin Toker. İnönü ile 10 Yıl.
- ↑ Şevket Süreyya Aydemir. İkinci Adam, 3. cilt, s. 303.
- ↑ Şevket Süreyya Aydemir. İkinci Adam, 3. cilt, s. 111.
- ↑ Şevket Süreyya Aydemir. İkinci Adam, 3. cilt.
- ↑ 27 Nisan 1960 meclis oturumu
- ↑ 26,0 26,1 "İsyan". 12 Mart İhtilalinin Pençesinde Demokrasi.
- ↑ Kurtul Altuğ. Bir Numaralı Tanık, 2. baskı.
- ↑ Mehmet Ali Kışlalı, Sadece İnönü Düşündü
- ↑ TBMM Tutanakları, 24 Nisan 1972 https://web.archive.org/web/20120526085424if_/http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/MM__/d03/c024/mm__03024077.pdf
- ↑ Topraktan Parlamentoya – Muammer Erten – Boyut Yayınları 2010 sayfa: 271
- ↑ "Köy Enstitüleri niçin kapandı ? – 1954 – İnönü Vakfı, İsmet İnönü, İsmet İnönü Kimdir, İsmet İnönü Hayatı, İsmet İnönü Resimleri".
- ↑ Şevket Süreyya Aydemir. İkinci Adam, 3. cilt, s. 458.
- ↑ Altan Öymen. Bir Dönem Bir Çocuk
- ↑ 34,0 34,1 "GazeteBilkent – Prof. Dr. Metin Heper ile İsmet İnönü Hakkında Röportaj – 1".
- ↑ Falih Rıfkı Atay, Bayrak, 1970
- ↑ Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 1961
- ↑ "İsmet İnönü'nün Siyasete Vedası | 1972 | 32. Gün Gün Arşivi".
- ↑ 38,0 38,1 Kenan Evren, Kenan Evren'in Anıları 1, 1990