İçeriğe atla

Kenan Evren

Vikisöz, özgür söz dizini
Kenan Evren
Doğum tarihi 17 Temmuz 1917
Doğum yeri Kula
Ölüm tarihi 9 Mayıs 2015
Ölüm yeri Ankara
Vikipedi maddesi
Vikiveri öğesi

Ahmet Kenan Evren, Türk Silahlı Kuvvetlerinin on yedinci genelkurmay başkanı, 12 Eylül Darbesi sonrası Türkiye'nin "devlet başkanı" (1980-1982) ve yedinci cumhurbaşkanı (1982-1989).

Eserleri

[değiştir]
  • Ah bu iktidar hırsı, koltuk hırsı yok mu; her kötülük buradan kaynaklanıyor.[1]
  • "Allahu ekber." demekle "Tanrı uludur." demek arasında ne fark vardır? "Tanrı uludur." denilince herkes tarafından anlaşılıyor. Daha iyi değil mi? Atatürk bunu çok iyi bildiği ve etüt ettiği içindir ki ezanı Türkçe okutmuştur. Bu da yerleşmiş gitmişti. Değiştirmeye ve yobazlığa, bağnazlığa ödün vermeye ne gerek vardı? Maksat başka idi. Maksat oy avcılığı idi.
  • 1930 senesinde Kubilay'ı Menemen'de gericiler şehit etmişlerdi. Bizde bu hadise büyük etki yapmıştı. İlk portre resmim de Kubilay'ın kartpostaldan büyüterek yaptığım resmi oldu. Çok benzetmiştim. Artık harçlığımın büyük bölümünü resim kâğıt ve kalemlerine vermeye başladım.
  • Büyük bir çoğunlukla iktidara gelen ve hükûmet olan Demokrat Partinin almaya başladığı bazı kararlar ve yaptığı icraat, bizim gibi Atatürkçü gençler üzerinde bazı olumsuz etkiler yapmaya başlamıştı. Bunların başında Türkçe okunan ezanın yeniden "ezanı Muhammedi" propagandası ile Arapçaya dönüştürülmesi oldu. Bunun maksadı açıktı. Yobaz ve gerici, tutucu zümreyi memnun etmek ve onların desteğini sağlayarak uzun süre iktidarda kalabilmek. Ne Celâl Bayar ne Adnan Menderes ve ne de birçok bakan ve milletvekili dinine düşkün, beş vakit namaz kılan, oruç tutan kişiler değildi. Kaldı ki Atatürk'ün döneminden gelmiş bir hayli bakan ve milletvekili aralarında mevcuttu. Kur'an-ı Kerim'i iyi etüt etmediklerinden ve dini politikaya alet etmek istediklerinden dolayıdır ki bu kararı aldılar.
  • Dünyada kimseden çekinmeden dolaşabilmek, konuşabilmek, alnı açık olabilmek kadar insanı kendinden emin duruma getiren, rahatlatan başka bir zevk olduğunu zannetmiyorum.
  • Erbakan'ın "Allah bir" dediğine bile inanmaya gelmez.
  • İçki masasında Ömer Hayyam'ın şiirlerini okur, Atatürk'ü andığım zamanlarda da Faruk Nafiz'in ve Alaettin Gövsa'nın Atatürk'ün ölümünden sonra yazdıkları o çok güzel ve duyarak yazılmış şiirlerini okurdum. Vatan şairi Namık Kemal'in şiirlerinin ise ayrı bir yeri vardı. Magosa'da sürgünde, zindanda iken karşılıklı olarak şair Hikmet ile birlikte söyleyip yazdıkları vatan şiirini çok sever ve sık sık tekrar ederdim.
Topçu Okulu günleri
  • Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı kendi genel merkezi kurşunlandı diye akan bütün kanların sorumluluğunu Ecevit'e yüklüyor. Dinime küfreden bari Müslüman olsa. Kendi taraftarları da kan dökmüyor mu? Soldakilere nazaran azınlıkta olduklarından belki daha az kan döküyorlar, ama döküyorlar.
  • Ne olurdu Menderes; tarihî şahsiyet hâline gelmiş ve Atatürk'ün en yakın arkadaşı olan, uzun süre başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış İsmet İnönü'ye gerekli saygıyı gösterse, konuşmalarını daha ölçülü yapsa idi? Zararlı mı çıkardı? Aksine daha da kârlı çıkardı. Ama yapmadı. İsmet İnönü de keza çok ağır tenkitler yapmıyor değildi. Ancak tahrik ediliyordu.
  • O Erbakan ki 30 Ağustos Zafer Bayramı'nın Anıtkabir'deki kısmı ile Genelkurmay Başkanlığında yapılan kutlama törenlerine katılmamış ve katılmayışına o günü Karadeniz şehirlerimizden birisinde vefat eden bir din adamının cenaze törenini bahane olarak göstermişti. Erbakan için bir hocanın cenaze töreninde bulunmak daha mühimdi. Esasen Anıtkabir'e gitmeyi başbakan yardımcısı iken dahi kerhen yerine getirmemiştir. 30 Ağustos Bayramı'na katılmayan bu kişi, Konya'da tarihteki 31 Mart provasına çekinmeden katılabiliyordu.
  • 10 Kasım tarihi gelip çatmıştı. Birinci dersten çıkmış, ikinci derse girecektik. Okuldaki bayrağın yarıya indirilmiş olduğunu gördük. Ölüm haberi hemen yayılmıştı. Kimse konuşamıyordu. Etrafı bir sessizlik kaplamıştı. Ders zili çaldı. Dershanelere girdik. Hiç unutmam, dersimiz hayvan bakımı idi, veteriner olan hocamız hiçbir şey olmamış gibi ders anlatıyordu. Aralarında benim de bulunduğum birkaç arkadaş hıçkırarak ağlamaya başlayınca hıçkırıklar bütün dershaneyi kapladı, öğretmen de dayanamayıp dersten çıkıp gitti. Şu satırları yazarken yine o anı yaşıyor ve gözlerim yaşarıyor. Bütün okulda dersler paydos edilmişti. Gazinodaki radyonun başında toplandık. Haberleri anında alabilmek için hiçbirimiz radyodan ayrılamıyorduk. Günlerce o radyo başında hep beraber ağladık, ağladık. İkinci gün İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanlığına seçilme haberini alınca yüreğimize biraz olsun su serpildi. İstanbul'da o büyük kurtarıcının katafalkı önünden geçmeyen insan kalmadı. Bu geçiş bir hafta devam etti. Cenazenin kaldırıldığı gün top arabasının hemen önünde okulumuz çelengini taşıyanlar arasında olduğum için top arabası geçerken yedisinden yetmişine bütün İstanbulluların çığlıklarını yakinen görebiliyordum. O manzarayı görmeyenlerin bunu tahayyül etmeleri bile mümkün değil. Ana caddeye açılan yollar, bütün binalar insan seli; yola taşmayı önlemek için itfaiye arabaları halkın üzerine su sıkıyor, halk yine de dağılmıyor. Hatta bir kısım kadın-erkek vatandaşlar göğüslerini açarak, "Sık suyu. Öldürsen de gitmem." diye haykırıyordu. Karaköy'den geçerken bir binanın üçüncü katındaki pencereden bir kadın kendisini top arabasının üzerine atacak iken yanındakiler geriye çekerek kurtardılar. Bu ne sevgi idi ya Rabbi! Bu ne bağlılıktı! Hangi devlet adamına böyle bir sevgi nasip olmuştur? Atatürk'e küfreden, heykellerine saldıran o sapıklar, o yobazlar bu sahneleri görmediler.
  • 12 Eylül 1980 Harekâtı'ndan sonra ne kadar büyük bir sorumluluk altında bulunduğumu o günleri yaşamış her Türk vatandaşı idrak edebilir. Bu harekâtın muvaffak olmaması demek, bir iç savaş sonucu Türkiye'nin parçalanması ve dolayısıyla bin seneye yakın bir zamandır bizim olan bu toprakların değişik ellere geçmesi, başka bir deyişle, Türklüğün ve Türklerin Asya'daki diğer Türklerin durumuna düşmesi demektir.
  • "12 Eylül'e gerek yoktu. Demokratik sistem içerisinde bunlar hâlledilirdi." diyen o sözde demokrasi havarilerine seslenmek istiyorum: Daha ne kadar bekleyecektiniz? Türkiye toprakları bölünüp parçalanıncaya, Türk milleti diye bir millet bırakılmayıncaya kadar mı?
  • Öyle hâle gelindi ki İnönü'nün yurt gezileri bile engellenmeye başlandı. En çirkini de Uşak'ta başına taş atılması oldu. O taşı atan cahil vatandaş elbette kabahatli idi. Ancak ondan çok kabahatli olanı memleketteki siyasi tansiyonu bu derece gergin hâle getirenler idi. Bunların sonucu iyi mi oldu? Demokrasi bu mu idi? Vatandaşları birbirine düşman kamplar hâline getirmenin adı demokrasi olabilir mi?
  • Param oldukça da dans zevkimi gidermek için barlara giderdim. Dans etmeyi sever ve iyi de dans ederdim. Ancak bardaki konsomatris kızlara acırdım. Hoşlansın hoşlanmasın, yorgun olsun olmasın, önüne gelenle dans etmeye veya içki içmeye mecburdular. Hatta ne kadar içki ısmarlatır ise o kadar fazla para alırlar. Kendilerini para karşılığı satan kızlara karşı daima acıma hissi duymuşumdur. Cemiyetin büyük yarası olarak devam edip gidiyor.
Topçu Okulu günleri
  • ... suçsuz ve masum insanları bile tavuk keser gibi öldüren ve ülkeyi kan gölüne döndüren insanların da Avrupa Konseyi ülkelerine hoş görüneceğim diye idam edilmemelerini vicdanım kabul etmiyor. Bu hainler 5.000 civarında insanın canına kıydılar. Bunların içerisinde; kahvede oturup birbirleriyle güzel güzel muhabbet edenler, otobüsle evine gidenler, sokakta dolaşan-parkta oturan vatandaşlarla toplumun güvenliğini sağlamaya çalışan polis, jandarma, asker, subay, astsubaylar da var.
  • Türk milleti tarihte ne çekmiş ise bu gibi kara cahil yobazlar yüzünden çekmiştir. Acaba o Atatürk hayatını hiçe sayarak bu mücadeleye atılmasa ve Türkiye'yi esaretten kurtarmasa idi o yobaz, yobazlığını daha rahat mı yapabilecekti! O yobaz; vatandan ne anlar, milletten ne anlar. Onun kafasının içinde sadece hurafeler var. Zavallı, hurafelerin içinde kendisini kaybetmiş. O; Müslümanlığı sadece başına fes veya sarık geçirmekte, üfürükçülere inanmakta, sabah akşam tekkelerde ayinlere iştirak etmekte, kendisi her türlü melaneti işlerken karısının kızlarının başını yüzünü örttürmekte, onları cahil bırakmakta görüyor, Müslümanlığın bu olduğuna inanıyor. O yobaz için yurt düşmanlar tarafından işgale uğramış, memleket sömürülmüş, millet cahil kalmış, ülke kalkınamamış, medeni milletlerle olan mesafemiz gittikçe açılmış, ilimde-teknikte çok geride kalmışız, bütün bunların bir değeri yoktur. Yeter ki onun çıkarlarına dokunan olmasın; fesine, sarığına, kıyafetine karışan olmasın, istediği kadar kadınla evlenebilsin. İşte onların Atatürk'e düşmanlıkları bundandır.
  • Atatürk'ün annesinin başını örtmüş olması, bütün Türk kadın ve kızlarının da başlarını örtmelerine bir misal olmaz. Onların yetişme dönemi öyle idi. O zaman Türkiye'de şeriat kanunları uygulanıyordu. Laik devlet kelimesini ağza almak bile günahtı ve mümkün de değildi.[2]
  • Bu gülen ve avuçları acıyıncaya kadar alkışlayanlardan bir kısmının ileride zaman geçtikçe değişmeye başlayacaklarını, siyasi partilerin kurulmasına müsaade edildiğinde beni unutarak o tarafa yaranmaya çalışacaklarını biliyordum. İnsan yaratılırken böyle yaratılmış. Herkesten dürüstlük, vefakârlık, kadirbilirlik beklenmez ki. Nitekim bugün 12 Eylül Harekâtı'nı övenler, bizi alkışlayanlar, "Memleketi uçurumun kenarından kurtardınız. Vatan ve millet size minnettardır." diyenlerden bazıları seçimlerden sonra 12 Eylül'ün karşısında oldular.
  • Eski siyasi partilerin ileri gelenlerini evlerinde göz hapsine de alabilirdik. Ziyaretleri yasaklayabilirdik. Telefonlarını kestirebilirdik. Hatta evvelce işlediklerinden dolayı özel bir mahkemede mahkûm da ettirebilirdik. Bunu teklif edenler bulunmadı değil. Fakat ben hiçbirine itibar etmedim. O zaman belki hepsini kahraman edecektik. 27 Mayıs'tan sonra mahkûm edilenler ve idam edilenler şimdi kahraman olmadılar mı? Bunu düşünerek bu yolu tercih etmedim.
  • Kur'an-ı Kerim'de yerine getirilmesi gereken birçok iyi emirleri yerine getirmeyiz de işimize geldiğinden, erkek olarak kıskançlığımızdan, kadını bir mal olarak kabul etmemizden dolayı onları eve kapatmayı, yüzünü kimsenin görmemesini isteriz. Bütün mesele buradadır. Zavallı kadınlar ise ne ayeti bilir ve ne de okumuştur. Hoca öyle söylemiştir diye ona körü körüne inanmıştır. Kocasından da korkmaktadır. Eğer bilse ki o ayetler söylendiği kadar katı değildir, o zaman doğruyu bulacaktır.
  • Millî Güvenlik Konseyi olarak göreve başlayalı bir ayı geçiyordu. Bu arada Konsey üyesi arkadaşlarla görüşerek normal genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları maaşından gayri maaş almamaya karar verdik. Ben de genelkurmay başkanı lojmanından çıkıp Çankaya Köşkü'ne taşınmadım. Hatta cumhurbaşkanının zırhlı arabasını dahi almadım. Genelkurmay Başkanı olarak evvelden beri kullandığım makam arabasını kullanmaya devam ettim. Evden Genelkurmaya gidip gelirken ve şehir içindeki gezilerimde koruma polisi ve eskort arabası da kullanmıyordum. Hatta yol kavşaklarında kırmızı ışıkta arabayı durduruyor, yeşilde geçiyordum. Bir aralık beni ikaz ettiler. Koruma arabasının önde ve arkada beni takip etmesinin çok uygun olacağını belirttiler. "Peki." dedim. Ölmekten korkmuyordum. Ama pisi pisine vurulmak ve bu işi sonuca ulaştırmadan dünyadan çekilip gitmek de istemiyordum.
  • 15 EYLÜL 1980 PAZARTESİ - Halkımızın bankalara hücum ederek fazla miktarda para çekmelerinden endişe ediyorduk. Böyle olması da normal karşılanabilirdi. Hâlbuki o akşamüzeri aldığımız bilgilerden tam tersi olduğu ortaya çıktı. Bugün bankalara yatırılan mevduat, çekilenden daha fazla idi. Bu durum, halkımızın yeni yönetime duyduğu güvenin güzel bir örneğiydi.
  • 12 ARALIK 1980 CUMA - 12 Eylül'den kısa bir süre önce Ankara Ayrancı bölgesinde bir inzibat erini arkadan vurup öldüren 19 yaşındaki Erdal Eren adındaki terörist hakkında verilen idam cezasını bugün onayladık. İdam gece yarısı infaz edildi.
2 Şubat 1980'de inzibat eri Zekeriya Önge'nin hayatını kaybettiği olay
  • Öğrenciler de o okul için konmuş özel kıyafeti taşımak zorundadır. "Benim dinî inancıma göre yeşil renk Müslümanlığın sembolüdür, ben yeşil renkte önlük giyeceğim, başımı da yeşil bir örtü ile örteceğim, bacaklarım görünmesin diye önlüğümü topuklarıma kadar uzatacağım." diyemez.
  • Verilmiş ve bundan sonra verilecek bütün idam kararlarını tasdik etmeye kararlı idik. Avrupalı dostlarımız ne derlerse desinler, ne kadar baskı yaparlarsa yapsınlar bu kararımızdan taviz vermeyecektik. Bundan dolayı bizi Avrupa Konseyinden çıkarsalar bile kararımızdan dönmeyecektik. Çünkü teröristleri terör eylemlerinden alıkoyacak en tesirli tedbirlerin başında ölüm cezalarının yerine getirilmesinin geldiğini biliyorduk. Nitekim bu infazdan sonra hapishanede kendi aralarında konuşan teröristler arasında panik havasının estiğini öğrenmiştik. Esasen bugüne kadar parlamentonun bir tek idam cezasını tasdik etmemesi bu teröristlere cesaret veriyordu. Bir zaman gelecek, nasıl olsa hapishaneden ya kaçacaklarına ya kaçırılacaklarına veyahut da bir ihtilalle taraftarlarının yönetime geleceklerine inanıyorlardı.
  • Atatürk bu partiyi kurduğu zaman içerisinde komünist bir idare şekline heves edenler mi vardı? Siz Atatürk'ün kurduğu bu partiyi veya bazı kuruluşları onun çizgisinden uzaklaştırın, ondan sonra da Atatürk zırhı arkasına saklanmaya çalışın. Yağma yok...
  • İçinde kadın, erkek, çocuk bulunan otobüsü ... makineli tabanca ile tarayan ve hiçbir suçları olmayan 8-10 kişinin ölümüne sebep olan; kan akıtmaktan, insan öldürmekten zevk duyan sadist ruhlu kişileri idam etmeyip de tekrar insan öldürsün diye aramızda mı dolaştıracağız?
  • Nitekim sağ kesimdeki parti liderleriyle ve sendikalarla ilgilenmiyorlar. Hatta sağ kesimden idam edilenlerle de alakadar olmuyorlar. Ama sol kesimden bir terörist idam edilmiş olsa kıyameti koparıyorlar. İşte o zaman insan hakları akıllarına geliyor.
Avrupa Konseyindeki sosyalist ve komünist üyeler için
  • Bugüne kadar neler söylemedim. Ama o eski siyasetçilere bir türlü dinletemedim. Ne olursa olsun, isterse memleket de batsın, yeter ki onlar milletin başına geçsin, bıraktıkları koltuklara tekrar otursunlar. Bütün istedikleri budur.
  • Edindiğim intiba o ki Türkiye'de nüfusun büyük bir çoğunluğu Sünni olduğundan Aleviler üzerinde daima baskı yapmış. Onları kendinden kabul etmemiş. Hatta yanlış bir inanışla Alevileri Kızılbaşlıkla itham etmiş. Onlardan kız almamış, kız da vermemiş. Hatta ve hatta kestiği kurban etinden "Alevidir." diye onlara vermemiş. Öyle olunca onlar da özbeöz Türk olmalarına rağmen horlanmamak için ayrı köyler kurmuşlar veya şehirlerde ayrı mahallelerde oturmayı uygun bulmuşlar. Böyle olunca da bu iki grup birbirleriyle kaynaşamamış, birbirini sanki ayrı bir milletin ferdi gibi kabul ederek düşman kesilmiş. İşte her fırsat düştükçe ben bu konuya değinerek yapılanların yanlışlığını vatandaşlarıma anlatmaya çalışıyorum.
  • Eğer Kur'an-ı Kerim'deki bütün ayetleri emir olarak kabul etsek o takdirde bu asırda hırsızlık yapanın elini mi keseceğiz? Zina yapan kadına meydanlarda herkesin gözü önünde 100 sopa mı vuracağız? Yine Kur'an'da yazıyor diye köle besleyip gereğinde azat mı edeceğiz? Cariye bulundurup mecbur kaldığımızda onunla mı evleneceğiz? Kur'an'da yeri var diye erkekler isterse dört bayanla mı evlilik yapacak? Bu ne akıldır? Bu ne cahilliktir, anlamak mümkün değil.
  • İslam âleminin Rönesansının ne zaman gerçekleşeceğini bilemiyorum. Bunu gerçekleştiremedikleri sürece medeni âlem içerisinde yer almalarının mümkün olmayacağını söyleyebilirim. Atatürk bunu başardı. Bunu yıkmak için son derece kurnaz, son derece sabırlı bir mücadele sürdürülüyor. Oy kaygısı ile maalesef siyasi partilerimiz de bu kesime hoş görünmeyi tercih ediyorlar. Buna rağmen ben bu girişimlerin başarıya ulaşacağı inancını taşımıyorum. Zira 65 senedir cumhuriyet döneminde yetişen Atatürkçü nesil buna müsaade etmeyecektir.
  • ... Köşk'e gelir gelmez tuvalete girdim ve hüngür hüngür, rahatlayıncaya kadar ağladım ve açıldım. Hatıra defterine o gün ... şunları yazmışım: "Sözde cumhurbaşkanı oldum. Sevinmem lazım değil mi? Nerede!.. Her an yalnızlığın verdiği üzüntü içerisindeyim. Hep onu, her zaman onu düşünüyor ve düşündükçe de üzüntüm artıyor. Allah sabır ve metanet versin."
Vefat eden eşi Sekine Evren'e özlemi, Kasım 1982
  • Maalesef en zayıf tarafımız denetleme noksanlığımız. Kimse denetlemeye gitmiyor. Zira giderse karşısına bir sürü sorun çıkacak. Masa başında oturursa bu sorunlar önüne gelmeyecek ve başı da ağrımayacak. İşlerimizin iyi yürümemesinin başlıca sebebini ben bunda buluyorum.
  • Millete ne söz vermişsek hepsini noksansız yerine getirmiştik. Şimdi herkes bizi alkışlıyor ama ileride de bu yapılanlar acaba alkışlanacak mı? Zannetmiyorum. Yapılanların hepsi tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolup gidecektir.
  • Neme lazım, Aksaraylılara hoş görünmek ve gönüllerini almak için, "Haklısınız, buranın il olması gerekir, ben bununla meşgul olacağım." der ve topu gelecek iktidarın üzerine atabilirdim. Fakat yetişme tarzım buna müsait değil. Neyi doğru biliyorsam onu savunurum. Memleketi bu hâle getiren yalan dolan değil mi? Oy alabilmek için ne olmayacak vaatlerde bulunurlar, vatandaşı nasıl kandırırlar... Zamanı gelip vatandaş, "Neden yapılmadı?" diye soracak olsa yine hiç çekinmeden, "Merak etmeyin, o işi yakından takip ediyorum. Kısa zamanda yoluna girecektir." demekten çekinmezler.
  • Üniversiteye gelmişler, kendilerini istikbale hazırlamak ve bir iş sahibi olmak istiyorlar. Yoksa Marksist-Leninist veya şeriat düzeni kurmak için gelmediler. İşte şimdi rahat okuma ortamına kavuştular. Beni de o ortamı yaratan kişi olarak görüyorlar, onun için alkışlıyorlar.
14 Ocak 1983 günü İstanbul Üniversitesi ziyareti
  • ... Ayasofya Müzesi'nin şimdiki durumunu görmek istedim. Çok uzun zamandan beri burayı görmemiştim. Bizim aşırı dinciler ikide birde buranın yine cami olarak kullanılmasını ister dururlar. 12 Eylül döneminde de bu teklif bize birkaç defa geldi. Her defasında reddettim.
  • Ben irticanın yurt sathında tehlikeli boyutlara ulaşmaya başladığını; bir taraftan Süleymancıların, diğer taraftan Nurcuların yurtlar açarak buralarda çocukların taze beyinlerini yıkadıklarını ve yurtlara zeki çocukları alarak gerekli eğitimden geçirdikten sonra bunları askerî liselere soktuklarını, Bursa Askerî Lisesi ile Kuleli Askerî Lisesinde bu şekilde yetiştirilmiş öğrencilerin meydana çıkarıldığını, bu duruma mâni olunması gerektiğini, böyle yurtların idaresinin devlete ait olmasını gerektiğini, eğer mevcut kanunlar buna imkân vermiyorsa icap ederse yeni kanun çıkarmak suretiyle bu şekil yurtların idaresinin Millî Eğitim Bakanlığına bağlanmasını istedim.
28 Kasım 1986 günü Millî Güvenlik Kurulu toplantısında irtica uyarısı
  • Cumhurbaşkanlığının en zor yanı burada. Olur olmaz yerde düşüncenizi açıkça söyleyemezsiniz. Ağzınızdan çıkan her kelimeye dikkat etmek zorundasınız. "Acaba şunu söylediğim takdirde taraf tutma durumuna düşer, tarafsızlığımı kaybeder miyim?" diye düşünmek zorundasınız.
  • Cumhuriyet solda, Tercüman ise sağda bir gazete. Her ikisi de aleyhimizde olduğuna göre demek ki biz 12 Eylül döneminde ne sağa ne sola taviz vermemiş, ortada yürümüşüz. Böyle hareket ettiğimizi ve hiçbir tarafa meyletmediğimizi biliyordum.
  • 9 KASIM 1985 - Yarın aynı zamanda Atatürk'ün ölümünün yıl dönümü. Erbakan böyle bir günde Ankara'da bulunur mu? Onun başkenti Konya. Elbette oraya gidecek.
  • Geride bıraktığım üç sene içerisinde hiçbir günüm yok ki onu birkaç kere hatırlamış olmayayım. Sabah kahvaltısında, yemekte, akşam yatarken hep o karşımda. Üç sene geçti fakat o bir türlü gözlerimin önünden ayrılmadı. Dünyada yalnız kalmak kadar zor bir durum yokmuş. Başa gelmeden anlaşılmıyor. Şimdiye kadar gözlerim yaşlı kaç günlerim geçti. Hele akşamları yalnızlık bütün ağırlığıyla kendini hissettiriyor.
Eşi Sekine Evren'in vefatının (3 Mart 1982) 3. yılında yazdıkları
  • ODTÜ'de öğrencilerden büyük ilgi gördüm. Sevgi gösterilerinde bulundular. Düşündüm de 12 Eylül 1980'den evvel acaba cumhurbaşkanı böyle üniversiteye gelip rahatlıkla dershanelere girebilir miydi? İşte o noktadan bu duruma gelinebilmiş ise 12 Eylül Harekâtı'nın sağladığı huzur ve güven ortamının yararı kendiliğinden ortaya çıkıyor demektir.
13 Ocak 1984 günü ODTÜ ziyareti
  • "Taksim'de kilise var, cami yok. Kiliseye karşılık biz de cami yapmak istiyoruz." dediler. Bu teklifi de kabul etmemiştim. İstanbul'da sanki cami sıkıntısı varmış gibi cami yapma teklifi getiriyorlar. "Okul yaptıralım." demezler de "Cami yaptıralım." derler.
  • Kimsesiz çocuklara karşı olan sevgim ise daha da fazla idi. Bu yavruların perişan hâlini görünce üzülüyor ve her gittiğim şehir ve kasabada varsa çocuk yuvası ile yetiştirme yurtlarını ziyaret etmek suretiyle noksanlıkların giderilmesi emrini veriyorum. Böylece günden güne bu kuruluşlar eski perişan hâllerinden kurtuluyorlar. Demek ki üzerinde durunca olabiliyormuş.
  • Ancak benim anlatmak istediğim şudur:
"O tarihte 12 Eylül'ü böyle onayladınız, yıldönümlerinde hatırlatma yaptınız. Peki neden 1984'den sonraki dönemde, özellikle 1990'larda neden bir tek yazı kaleme almadınız? Neden 12 Eylül'ün karşısında olan belli çevreler ağır eleştiriler yöneltirken, Silahlı Kuvvetleri ve komuta kademelerini suçlarken, siz karşı çıkmadınız? Onlara gerekli cevabı vermediniz?"
Askerî rejim döneminde 12 Eylül'ü öven gazeteciler için
  • 12 Eylül Harekâtını başlangıçta onaylamasının bir sebebi de, belki bu harekâtın sağ bir hükümet olan Süleyman Demirel'e karşı yapılmış olduğu, dolayısıyla solcuları destekleyecek bir iktidar gelecek beklentisine kapılmasıdır. Ne zaman ki, bu harekâtın sağcı ve solcuları koruyan bir idare olmadığı, sağcı kesime de, solcu kesime de kanunları eşit olarak uyguladığı anlaşıldı, işte o zaman işler tersine döndü.
Gazeteci Oktay Akbal için
  • Rahmetli Uğur Mumcu, 12 Eylül Harekâtı'nın gerekliliğini başından beri savunmuş ve 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye'nin içinde bulunduğu o korkunç durumu yazılarında dile getirmiştir.
  • "Unutma!" dediğimiz olay öyle bir değirmen taşı ki, zaman geçtikçe, değirmen taşları arasında kalan buğday tanelerinin evvela bulgur, biraz sonra un haline gelmesi gibi, olaylar beyinlerde yavaş yavaş un haline geliyor ve zaman ilerledikçe, o un zerrecikleri de zaman rüzgârı önünde savrulup gidiyor.

Sözleri

[değiştir]


  • Anarşinin eğitim merkezi hâline gelmesinden dolayı ders yapılamayan öğrenim kurumlarında Türk çocukları artık yarınlarından endişesiz, sağlı-sollu bölünme ve kavgalardan uzak olarak güven içinde okuyabilmektedirler. Üretimi %15'lere kadar düşen fabrikalardaki ideolojik çatışma ve sabotajlar, ekonomik anarşi durmuş; Türk işçisi ve çiftçisi, %90'lara varan bir üretim kapasitesi ve huzurlu bir çalışma temposu içine girmiştir. %100'lerin üzerinde seyreden enflasyonun %40'ın altına düşürülmesi ve millî gelirin artması, önemli ekonomik başarılardır.
29 Ocak 1982 günü TIMES muhabirine verdiği mülakattan
  • Anayasa'nın referanduma sunulması esnasında zarfların şeffaf olduğu, renklerin göründüğünü söyledi arkadaşımız, kimse. Külliyen yalandır! Hatta Avrupa Konseyinden, Avrupa ülkelerinden müşahitler geldi. Sandıkların başlarında. Anayasa oylamasından sonra, "Çok dürüst bir anayasa oylaması yapılmıştır." diye de rapor verdiler. Yani onu kabul etmiyorum. Zarfların içindeki beyazla mavi görünmezdi. Zarflar sanki görünüyormuş, şeffaf, yalandan yapılmış, öyle bir ifade kullandı.
1995 yılında bir 32. Gün programında 1982 Anayasa halk oylaması (%91,37 "KABUL") için "içi dışı görünen ince sarı zarflara..." diye bir ifade geçmesi sonrasında programa bağlanıp Mehmet Ali Birand'a verdiği cevap
  • Arkadaşlar,
Bu çağlarda sizlere çok kimseler yanaşır, izm'li ideolojileri aşılamak ister. Eğer izm'li bir ideoloji aşılamak lazım gelirse işte Ulu Önder Atatürk'ün Kemalizm ideolojisi vardır. Onu benimseyiniz. Kemalizm'in koyduğu esaslar bizi aydınlığa götürmüştür. Ondan ayrılmaya başladığımız andan itibaren karanlığa gömülmeye başladık. Ne zaman ki ayrıldık, daima felaketlerle karşı karşıya geldik.
30 Eylül 1980 günü Kara Harp Okulu öğrencilerine yaptığı konuşmadan
  • Aşırı sağ partinin lideri ... suç işlemiş olduğu için, örgüt kurmuş olduğu için bugün hapiste. Birçok kez kendisini serbest bırakmam için müracaat bile etmiştir. Suç işleyen kardeşim bile olsa bırakmam.
19 Mart 1982 günü Avrupa Ekonomik Topluluğu Bakanlar Konseyi Dönem Başkanı ile yaptığı görüşmeden, Alparslan Türkeş için
  • Avrupa'ya baktım, ülkelerin hepsinde komünist partisi var, kurulmuş ama hiçbir güçleri yok. Yalnız işte böyle sokaklarda dolaşıyorlar pankartlarla, yumurta atıyorlar, domates atıyorlar, yaptıkları bu. Hiçbir ülkede de iktidara gelememişler. "O hâlde biz niye korkuyoruz?" dedim. Türkiye'de de kurulursa kurulsun, mademki demokratik ülkelerin içine girdik, AT'ye dâhil olacağız, öyleyse bizde de olsun. Bu demek değil ki ben komünist oldum. Hayır, ben komünizmin karşısındayım ama parti kurulacaksa kurulsun, kim komünisttir, kim değildir, herkes bilsin.
1 Kasım 1988 günü Düzce'de yaptığı konuşma
Hayatın pahasına gerçekleştirdiğin ve çok sevdiğin Türk ulusuna armağan ettiğin kıymetli eserlerini ve ilkelerini değiştirmek ve hatta yıkmak isteyenler maalesef bugün de sağımızda solumuzda mevcuttur. Hatta bazı sapıklar, ilkelerini yıkamayınca senin heykellerine ve resimlerine saldırmaktadırlar. Bu gibi sözle veya fiili saldırılar, kalpleri yurt ve millet sevgisiyle yanıp tutuşan ve "Ne mutlu Türk'üm diyene!" diyebilen bizim gibileri çok üzmektedir. Ancak; koyduğun ve emanet ettiğin ilkelerin en sadık ve güçlü bekçisi, göz bebeğin Türk Silahlı Kuvvetleri, bu tür davranışları hassasiyetle izlemekte ve gerektiğinde bu gibileri süratle yok etmenin kesin kararlılığı içinde bulunmaktadır.
10 Kasım mesajı, 1978
  • Aziz Vatandaşlarım,
Devlet ve hükûmet, iki vatandaşın birbirine saldırmasını seyreden bir üçüncü vatandaş gibi hareket edemez! Saldırının daha başlangıcını gördüğü anda onu mutlaka önlemek devletin görevidir![3]
4 Kasım 1982 günü İstanbul'da yaptığı konuşma
  • Bana şahsen her şey söyleyebilirler ancak "12 Eylül Harekâtı yapılmamalıydı." diyemezler. Diyemezler çünkü bu millet bunu istedi.
1 Mayıs 1988 günü Rize'de yaptığı konuşma
  • Başka çaremiz kalmamıştı. Soldaki partilerin bir kısım mensup ve yöneticileri sol terörist ve bölücüleri himaye etmedi mi? Sağdaki partilerin bir kısım mensup ve yöneticileri sağ anarşist ve teröristleri, "Bunlar milliyetçidir." diye himayesine alıp onlara cesaret vermediler mi? Bir kısım partiler Alevi olan vatandaşlarımıza, bir kısım partiler Sünni olan vatandaşlarımıza sahip çıkmak suretiyle milleti ikiye, üçe bölmediler mi? Bakın yönelttiğim bütün bu soruları sizler de, "Verdiler. Böldüler." diye onaylıyorsunuz.
19 Ekim 1981 günü Elâzığ'da yaptığı konuşma
  • Bazı aşırı tutucu çevrelerin iddia ettikleri gibi yılbaşı gecesi yalnız Hristiyan âleminin kutladığı bir gece değildir. Hristiyanların Christmas olarak kutladıkları 25 Aralık günü ile yılbaşı olarak kutlanan 31 Aralık'ı 1 Ocak'a bağlayan geceyi birbirine karıştırmamalıyız. Kaldı ki dünyadaki birçok ülkenin ve bu arada bizim de kabul ettiğimiz miladi senenin dinî anlayış ile bir ilgisi de bulunmamaktadır. İsteyen bu geceyi kutlar, isteyen hicri yılı kutlar. İsteyen her ikisini kutlar. İsteyen de hiçbirini kutlamaz. Herkes kendisinden mesuldür. Hiç kimsenin başkasının bu davranışlarına karışma hakkı yoktur.
1987'nin yılbaşı mesajı
  • Bazıları bizim bu yaptıklarımızı hayretle karşılıyorlar. "Bunlar kendi yönetimindeki adamları da mahkemeye veriyor." diyorlar. Elbette vereceğiz. Eğer hırsızlık ve suistimali benim çocuğum da yapmış olsa onu da veririz.
24 Haziran 1982 günü Zonguldak'ta yaptığı konuşma
  • Ben buraya Anayasa konuşmasına geldiğim zaman ramazandı galiba, çok da sıcaktı, su içmiştim. Suyu içtiğim zaman, "Bende riya yok, oruçlu değilim, seferîyim." demiştim. Hakikaten seferîydim, o zaman yine sizler beni alkışlamıştınız. İnsan doğruyu söylemeli.
10 Temmuz 1986 günü Erzurum'da yaptığı konuşma
  • Ben 12 Eylül Harekâtı'nın hesabını Türk milletine verdim. Bundan sonra beni tarih yargılar. Mahkeme sorularına cevap vermeyeceğim.
4 yıl sonra FETÖ soruşturması kapsamında meslekten ihraç edilecek hâkimlerin mahkemesinde söyledikleri (telekonferansla), 2012
  • Beni Atatürk'le kıyas etmeye kalkışıyorlar. Ama hiçbir zaman ben Atatürk olmak niyetinde değilim. Olamam da zaten. O büyük bir adamdı. Dünya çapında bir liderdi. Biz onun koyduğu prensipler üzerinde yürüyoruz. Onun koyduğu ilkeleri muhafaza etmeye çalışıyoruz. Biz onun ilkelerinin muhafızıyız, bekçisiyiz. Binaenaleyh beni Atatürk'le mukayese edince üzülüyorum. Bunun, halkın bana karşı olan sevgisinden geldiğine inanıyorum. Ama benzetmemelerini arzu ederim.
Federal Almanya'nın ARD televizyonu muhabirinin, "Son zamanlarda sık sık Kemal Atatürk'le karşılaştırılıyorsunuz. Bu konuda ne gibi duygularınız var?" sorusuna verdiği cevap, 30 Nisan 1981
  • Beni davet ettiğiniz hâlde toplantılarınıza katılamadım tabii. Ama her zaman kalbimde yaşattım. En büyük yaptığım işlerden, hayırlı da yaptığım işlerden birisi de budur. İyi ki yapmışız. Mehmetçik Vakfını çok başarılı buluyorum. En başarılı vakıfların başında gelir. Benim izlenimim bu. Kurban bağışlarımı da hep Mehmetçik Vakfına yaptım. Vatandaşın askere karşı, Mehmetçik’e karşı olan sevgisini hepimiz biliyoruz. İçinde yaşadık bunun. Türk milleti askerini sever, hele Mehmetçik’i çok fazla sever.
Kurduğu Mehmetçik Vakfının kendisiyle yaptığı söyleşiden, 2011
  • Benim tutumuma basın da yardımcı olmalı. Din istismarı büyük tehlikeler getirir. Komünizme ne kadar karşı isem yobazlığa da o kadar karşıyım. Hatta yobazlığı daha da tehlikeli bulurum.
5 Ağustos 1985 günü basın mensuplarıyla yaptığı toplantıdan
  • Biliyorsunuz: Yalancı devrimciler, "Tek yol devrim!" diye ortaya atıldılar; duvarlara, şuraya buraya yazdılar. Evet, devrim vardır ama bu tek yol Atatürk devrimidir! Onun yoludur. Atatürk'ün koyduğu ilkeler komünizme de faşizme de kapalıdır.
17 Ocak 1981 günü Gaziantep'te yaptığı konuşma
  • 1986 senesinde en son başlattığım kampanya; yavrularımız için aşı kampanyası, sağlıklı yaşama kampanyası ve bununla beraber aile planlaması kampanyası. ... hatırlarsınız, "Her şeyin çoğu insana zarar verir." demiştim. Çocuğun da çoğu zarar verir. Eğer bakabiliyorsa, gücü varsa mesele yok. Fakat gücü yoksa herkes gücü kadar çocuk sahibi olmalı. İşte başlattığımız aile planlamasının da maksadı budur.
12 Nisan 1986 günü Trabzon'da yaptığı konuşma
  • ... bir vakıf kurdum Marmaris'te: Kenan Evren Eğitim ve Kültür Vakfı. Bu vakıf sayesinde Marmaris'te bir kolej de kurduk. Hâlen devam ediyor. Bu yolla pek çok genci yetiştirip üniversiteye yolladık. TSK Güçlendirme Vakfı ve ASELSAN'ın kuruluşunda da emeğim geçti. Bugün görüyorsunuz, ASELSAN dünya çapında bir güç oldu.
Kurduğu Mehmetçik Vakfının kendisiyle yaptığı söyleşiden, 2011
  • Birçok hayırsever vatandaşımız okul yapıyor. Birçok hayırsever vatandaşımız hastane yapıyor, yurt yapıyor ama Türkiye sathında görüyoruz ki bazı dernekler "Hayır yapıyorum." kisvesi altında gençlerimizin beyinlerini yıkama çabası içerisindedirler. Çocuklarınızı belki çok geniş imkânlar sağlayan yurtlara verebilirsiniz. Buna kanarak, "Çocuğum orada bedava okuyacaktır, yemesi içmesi o yurda aittir." diyerek çocuğunuzu oraya verebilirsiniz. Ancak o yurdun neler aşıladığını, neler yaptığını bilmezseniz çocuğunuza kötülük yapmış olursunuz. Ben derim ki eğer okullar Millî Eğitim Bakanlığına bağlı ise, memlekette bir Tevhid-i Tedrisat Kanunu varsa burada okuyan çocuklarımızın kalacağı yurtların da idaresi yine Millî Eğitim Bakanlığına ait olmalıdır.
30 Kasım 1986 günü Denizli'de bir ilkokulun açılış töreninde yaptığı konuşma
  • Birçok kimsenin evi soyuldu, birçok kimse bıçaklandı, yaralandı, hastaneye gitti, öldü. Birçok kimsenin ırzına geçildi, dağa kaçırıldı. O zarar gören vatandaşa soruyor musun, "Sen bunu affettin mi?" diye? Nasıl affediyoruz biz onu?
28 Mayıs 1984 günü Manisa'da yaptığı konuşma
  • Birçok vatandaşımda bir korku ve tereddüt var. Bize soruyorlar: "Ya siz gittikten sonra yine aynı noktaya gelirsek ne yaparız?" diye. Hiç korkmayınız! Bu topraklar sahipsiz değildir. En büyük sahibi ve hakiki sahibi sizlersiniz. Yurdumuzu tekrar aynı noktaya getirenleri kulaklarından tutup temizleyeceksiniz.
17 Nisan 1982 günü Balıkesir'de yaptığı konuşma
  • Birinci Cihan Harbi'nin sonunda memleket işgale uğradığı zaman, Atatürk Kurtuluş Savaşı'nı başlattığında, İstanbul'da, "Bu savaş deliliktir. Kurtuluş çaresi ya Amerikan mandası ya İngiliz mandasıdır." diye tutturan aydınlar vardı. Ben böyle aydınları ne yapayım?
28 Mayıs 1984 günü Manisa'da yaptığı konuşma
  • Biz Anayasa’yı yaparken Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunu kurduk ve bunun içine Atatürk'ün vaktiyle kurduğu Dil Kurumuyla Tarih Kurumunu da dâhil ettik. Yani bunun içinde Dil Kurumu da vardır, Tarih Kurumu da vardır. Atatürk Araştırma Merkezi vardır. Atatürk Kültür Merkezi vardır. Dört tanedir. Başında da bu Yüksek Kurul vardır. “Bu yönetim, yani askerî idare, Anayasa’yı yaparken Atatürk'ün vasiyetini ortadan kaldırdı.” diyorlar bize. Biz Atatürk'ün vasiyetini kaldırmadık. Atatürk'ün vasiyeti şudur: Vefat etmeden evvel bir vasiyet bıraktı ve gelirlerinin bir kısmını kız kardeşine, büyüttüğü çocuklara ve bazı kimselere verdi. “Maaşımdan şu kadar şuna verin, bu kadar buna verin, artanı da yarı yarıya Dil Kurumuyla Tarih Kurumuna verin.” dedi. Vasiyeti bu. Biz bunu bozmadık ki. Yine İş Bankasından kazanılan parada onun hissesi vardır. O kazanılan paraların yarısını Dil Kurumuna, yarısını da Tarih Kurumuna veriyoruz. Bunda bir değişiklik yapmadık. Zaten kaldıramayız ki. Öyle bir yetkimiz de yok. Vasiyet ortadan kalkar mı? Mümkün değil. Ama gelin görün ki illa bize bir çamur sıçratacaklar, maksatları bu.
25 Haziran 1987 günü Elâzığ'da yaptığı konuşma
  • Biz bir Kuzey memleketi değiliz. İsveç-Norveç değiliz. Efendim kolay değil. Yani onlar kaç senede geçtiler bu demokrasiye? Bizim 50'den sonradır demokrasiye geçişimiz. Halkımızın kültür seviyesi o mertebelere erişmiş midir? Açık konuşalım. Bugün seçime giden bazı kişiler, "Kime oy vereceksin?" dediğin zaman, "Beş parmak olan bir şey var. Oraya vereceğim." diyor. Yani Halk Partisi. Hâlâ öyle diyenler var.[4]
  • Biz Kur'an-ı Kerim'i Allah'a okumuyoruz ki, kendimize okuyoruz, anlamak için okuyoruz. Ben onu anlamadıktan sonra onun faydası ne olabilir? İngilizce, Fransızca dinler gibi dinliyoruz. Bazılarımız da Kur'an okunurken ağlıyor. Kur'an-ı Kerim'in Türkçesi var, tercümesi var, onu okursunuz. Türkçesi nedir bileceksiniz. O zaman göreceksiniz ki cahil bazı hocaların söyledikleri doğru değildir.
18 Ekim 1985 günü Kastamonu'da yaptığı konuşma
  • Biz tekrar geriye dönüp bir otoriter rejim getirmek heveslisi değiliz. Biz dejenere olmuş, yolundan sapmış demokrasiyi değil; birbirini seven, birbirini sayan, vatandaş olarak birbirini hor görmeyen bir ortamın bulunduğu demokrasiyi istiyoruz. Yoksa, "Sen filan partidensin, gözün çıksın." anlayışı demokrasiyle bağdaşmaz. Demokrasi bu demek değildir arkadaşlar. Ama rey için, koltuk kavgası için maalesef demokrasiyi bu hâle getirdiler. Ben burada size hitap ederken bir seçim konuşması yapmıyorum. Ben size memleketin düştüğü son durumu anlatmaya çalışıyorum.
2 Ekim 1980 günü Ağrı'da yaptığı konuşma
  • Bizde demokrasi, particilik yanlış anlaşıldı. Vatandaşlar; kahvelerini, camilerini, yollarını ayırdılar. Ankara'da, İstanbul'da; üniversitelerdeki, liselerdeki talebeler kol kola sokakta gezemez, okula gidemez oldular. Sağda olanlar bir grup, solda olanlar da bir grup hâlinde; jandarmanın, polisin himayesi altında okullarına gidip gelmeye başladılar. Buna biz daha ne kadar zaman tahammül edebilirdik? Öyle bir noktaya geldik ki artık o zavallı beyinleri yıkanmış, bu topraklar üzerinde büyümüş çocuklarımız birbirlerine o kadar düşman oldular ki neredeyse birbirlerinin kanını içer duruma geldiler. Buna daha fazla göz yumamazdık.
2 Ekim 1980 günü Ağrı'da yaptığı konuşma
  • Bizim için en büyük yol gösterici Atatürk'tür. Eğer onun izinden zaman zaman sapmasaydık 12 Eylül'e gelmezdik ve elbette bugünün Türkiye'si çok daha başka türlü olurdu. O bir kurtarıcı ve kurucu idi. Bizler ne yazık ki koruyucu bile olamadık. Onunla övünmek yetmez; parlak sözlerle nutuklar söylemekle, kitaplar yazmakla bir noktaya varamayız. Koyduğu ilkeleri, çizdiği yoldan sapmadan ve sapık ideolojilerle zedelenmesine müsaade etmeden uygulamalıyız.
24 Ağustos 1983 günü Muş'ta yaptığı konuşma
  • Bizim yaptığımız ihtilal değildir, bu milleti uçurumun kenarından kurtarmaktır.
19 Ekim 1985 günü Çankırı'da yaptığı konuşma
  • Bugün maalesef Atatürk'ü ağzına almaktan çekinenler var. Atatürk ilkelerinden ayrılma yolunda olanlar var. "Atatürk'ün izindeyiz." diyerek, etrafını aldatarak onun izinden sapanlar var. Ama bugün şu topluluk huzurunda Silahlı Kuvvetlerin başı olarak ifade ediyorum ki Atatürk'ün bize emanet ettiği bu memleketi, bu eserleri kimseye çiğnetmeyiz. Bizden sonra gelenlere tertemiz teslim etmedikçe görevimizden ayrılmayız. Bu hain kişilerin cezası yakında verilecektir!
20 Temmuz 1980 günü Kayseri'de yaptığı konuşma
  • Bu reyler Orgeneral Kenan Evren'e verilmedi. Bu reyler bizlere, Konsey üyelerine verilmedi. Bu reyler şunun için verildi: Millet huzur ve güven istiyor, huzur ve güven için verildi! Bu oylar devlet otoritesinin sağlanması için verildi! Bu oylar Atatürkçülük için verildi! Ve yine bu oylar birbirleriyle kavga eden, her gün birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya döken ve değil selamlaşmak, el sıkmayı bile yapamayan kişilerden memnun kalınmadığını belirtmek için verildi. Bu millet artık kavga değil, kardeşlik ve huzur bekliyor.
21 Kasım 1982 günü Ordu'da yaptığı konuşma
  • Bu zavallılar bilmelidirler ki özledikleri ve özendikleri o rejimlerin gelmesi hâlinde bugün yazabildiklerinin bir satırını yazmak, meydanlarda istediklerini söyleyebilmek, en haklı düşüncelerini dahi yakınlarına olsun açabilmek imkânından mahrum kalacaklardır. Bunu anlamak ve bütün dehşeti ile görebilmek için tarihte düşledikleri rejimlerle yönetilen ülke örneklerine bir defa bakmaları yeterlidir. Bu nedenle Türk Silahlı Kuvvetleri, uğrunda uzun mücadeleler vermiş olan ve en değerli varlığımızı teşkil eden hürriyetimizin tek güvencesi cumhuriyetin yozlaştırılmasına hiçbir zaman müsaade ve müsamaha etmeyecektir.
29 Ekim mesajı, 1978
  • Bu zavallılar o kadar gaflet içerisindedirler ki bugünkü geniş hürriyet havasını kendilerine teneffüs ettiren büyük Atatürk'ün yerine ellerinde başkalarının resimlerini, bağımsızlığın sembolü olan ve milyonlarca şehit ve ecdadımızın kanları ile sulanmış Türk bayrağı yerine başka bayraklar taşıyabilmektedirler. Diğer yandan yüzleri gibi ruhları da kararmış sözde Müslüman geçinen bir avuç sapık, camilerimizde ona dil uzatmaya cesaret edebilmektedirler.
Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerinin Değerli Mensupları,
Bu gibi çirkin ve bir Türk'e yaraşmayan olayların seni ne kadar derinden üzdüğünü biliyorum.
19 Mayıs mesajı, 1980
  • Bunların korkuları ne, biliyor musunuz? Anarşide muvaffak olundu. Eh, bir de ekonomik durum iyiye giderse, ekonomi de rayına oturursa şöyle düşünüyorlar: "O zaman belki bu yönetim hiç gitmez. Ayrılmazlar." Ama sevgili vatandaşlarım, biz ilk günden beri söz verdik sizlere. Biz memleketin bu problemlerini en kısa zamanda hâlledip kışlalarımıza döneceğiz.
12 Haziran 1981 günü Amasya'da yaptığı konuşma
  • Bürokrasinin azaltılması konusunda da arzu ettiğimiz oranda bir başarı sağladığımızı iddia edemem. Bürokrasi hastalığı, bütün devlet dairelerini bugüne kadar büyük ölçüde sarmış. Uzun senelerin birikimi olan bu hastalığı üç beş senede tedavi etmenin, söküp atmanın mümkün olmayacağını insaf sahibi bütün vatandaşlarım kabul ederler. Üç sene içerisinde azaltılmış fakat tamamen yok edilememiştir. Üzerinde hassasiyetle durulduğu takdirde önümüzdeki dönemlerde üstesinden gelinebilir inancındayım.
12 Eylül 1983 günü yaptığı radyo televizyon konuşması
  • ... cumhurbaşkanının üst üste iki defa seçilmesi imkânı tanınıyordu. Bu maddeyi, "Kendisi için böyle hazırlattı." derler düşüncesiyle değiştirttim ve bir dönem olmasını sağladım.[5]
8 Kasım 1989 günü TRT'de yaptığı veda konuşması
  • Cumhuriyet tehlikeye düştüğü anda; Atatürk'ün bize emanet ettiği topraklar, bu tertemiz topraklar tehlikeye düştüğü anda biz duramazdık. Ya çekip gidecektik veyahut bu harekâtı yapacaktık. Biraz önce de değindiğim gibi çok bekledik. "Bunlar kendi kendilerine yapsınlar, bir araya gelsinler, şu memleketi şu düştüğü badireden kurtarsınlar." diye çok bekledik. Ama olmadı.
2 Ekim 1980 günü Van'da yaptığı konuşma
  • Cumhuriyetin ilanından bir sene sonra da okula başlamış birisiyim. Bütün tahsilim süresince hep Atatürkçülüğü gördüm, Atatürk'le beraber yaşadım ve o hayattan ayrıldığı sene de ben subay çıktım. Vefat ettiği zaman teğmendim ve üç gün radyo başında hüngür hüngür ağladım. Onun sevgisi o kadar içimize işlemişti. Atatürkçülük de içimize işledi, ruhumuza işledi. Ondan birçok şey öğrendik, hâlâ da ondan istifade ediyoruz. Onun koyduğu ilkeler bizim rehberimiz olmuştur.
22 Haziran 1988 günü Alman WDR televizyonu muhabirine verdiği mülakattan
  • Çocuklarımıza; geçmişte varlığımıza göz diken ihanet ocaklarının pençesine düşenlerin başarısızlık, çaresizlik, kan ve gözyaşı ile noktalanan acı sonlarını hatırlatarak her zorluğu aşmada, çağdaş uygarlığa ulaşmada Atatürkçülükten başka çıkar yol olmadığını ... anlatınız.
23 Nisan mesajında öğretmenlere, 1984
  • Çocuklarını, küçücük çocuklarını devletin okullarına göndermeyip gizli yerlerde hainane emellerini gerçekleştirmek için Kur'an kursu açan cahil kişilere teslim eden ana ve babalara sesleniyorum: Bunu yapmaya hakkınız yoktur. O çocuk ileride sizin yaşınıza geldiğinde size belki de lanet edecektir. Bu vebal altında kalmamanız için çocuğunuzu devletin okullarında okutunuz. Kız-erkek ayrımı yapmadan okutunuz.
23 Temmuz 1981 günü Erzurum'da yaptığı konuşma
  • Çok açık ve çok ağır konuştum genelkurmay başkanıyken. Yani o kadar açık konuşmalarım var ki işte anılarımda vardır onlar. "Geliyoruz!" dedim yani, "geliyoruz." "Birleşin, bu iki parti birleşsin. Başka türlü Türkiye'nin kurtulması mümkün değil. Bu sağ-sol çatışmasını başka türlü önleyemeyiz." Ecevit kabul etti: "Ben razıyım." dedi. Demirel kabul etmedi: "Ben komünistlerle iş birliği yapmam." dedi.[6]
2007 yılında yayımlanan Turhan Feyzioğlu belgesel filminden
  • Devletin başında olanlar, zaman zaman yönetimi ellerine alanlar; birbirlerini düşman gibi görürler, birbirlerinin selamlarını dahi almazlarsa hangi yüzle halka dönüp de "Kamplara ayrılmayın, bölünmeyin." diyebilirler? Deseler bile halk onlara inanır mı?
Aziz Vatandaşlarım,
Bu bölünmelere son vermek zorundayız.
10 Nisan 1983 günü Uşak'ta yaptığı konuşma
  • Durum hiç de iyi değil. Hiçbir şeyin hâlledildiği yok. Galiba sonunda bu işe müdahale etmek zorunda kalacağız. Eğer durum böyle devam eder ve partiler bu anlayışsızlık içerisinde olurlarsa müdahaleden başka çıkar yol kalmıyor.
24 Nisan 1980 notları
  • Dün gece Şemdinli civarında yine böyle bir olay oldu. Aranan anarşistlerden bazıları gece vakti vazifeden dönen bir askerî araca ateş ediyorlar ve bir subayımızla bir erimizi şehit ediyorlar. Şimdi ben bunu yakaladıktan sonra mahkemeye vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim! Ömür boyu ona bakacağım! Bu vatan için kanını akıtan bu Mehmetçiklere silah çeken o haini ben senelerce besleyeceğim! Buna siz razı olur musunuz?
3 Ekim 1984 günü Muş'ta yaptığı konuşma ("Asmayalım da besleyelim mi?" diye servis edilip 13 Aralık 1980'de idam edilen Erdal Eren için söylendiği iddia edilen sözün aslı ve tarihi budur.)
  • Eğer ben okumuşsam ağabeylerimin babama çatmasından dolayı okumuşumdur. Rahmetli ağabeylerim ikide birde babama, "Bize yalnız ilkokulu okuttun, başka okutmadın, hiç olmazsa en küçüğümüz Kenan'ı okutalım." dediler de öyle okudum. İşte onun için sizlere sesleniyorum: Ailelerinizi bu konuda uyarınız, bilginizi etrafa yayınız. Kıskanç olmayınız. Kıskançlık iyi bir şey değildir. Daima geniş yürekli olunuz, elinizdeki imkânları vermeye çalışınız.
12 Haziran 1988 günü İnönü Üniversitesinde yaptığı konuşma
  • Eski parti yöneticileri yine gelsinler ve o tarihte olduğu gibi yine birbirleriyle çekişmelere, kavga etmeye başlasınlar, anarşi ve terörü hortlatsınlar, göz yumacak mısınız? Bakın hep bir ağızdan "Hayır!" diyorsunuz. Bu elbette olmayacaktır.
13 Mart 1983 günü Mersin'de yaptığı konuşma
  • Fakat şeriat devleti kurmayı hedef alan her türlü gericilik, zaman zaman dinî bir sömürü aracı olarak laiklik kavramının karşısına çıkarılmış ve hâlâ daha çıkarılmaya devam edilmektedir. Laikliğin bulunmadığı bir ortamda çağdaşlaşma hedefi ancak bir düş olarak kalır. Milletimizi tekrar geri götürme ve böylece kendilerine çıkar sağlama heves ve özlemi içinde olanlar, her zaman olduğu gibi karşılarında cumhuriyet kanunlarını ve bu milletin Atatürkçü güçlerini bulacaklardır.
1987'nin yılbaşı mesajı
  • Fazla çocuk size de derttir. O çocukları yetiştirmek bir meseledir. Bakabileceğiniz kadar çocuğa sahip olunuz. Bakamayacağınız kadar çocuk yapıp işsiz güçsüz bırakmaktansa bakabileceğiniz kadar çocuğa sahip olmak elbette tercih edilmelidir. Bunun çarelerini sağlık ocaklarında, hastanelerde doktorlar göstermektedir. Onlara müracaat ediniz. Bugün istediğiniz kadar çocuğa sahip olmak elinizdedir. Bunları da sizlere tavsiye ederim. Eğer bu artış hızıyla gidersek daha çok sıkıntılara uğrarız.
3 Ekim 1984 günü Muş'ta yaptığı konuşma
  • Fethullah Hoca isimli bir adam türedi. Bana, Atatürk'e ve tüm ilericilere küfrediyor. Yakalandı, mahkemeye verildi. Fakat mahkeme kendisini serbest bıraktı. Ayrıca ortalıkta Mahmut Hoca diye bir şahıs daha görülmeye başladı. Mahkeme onu da serbest bıraktı. Bu gelişmeler, bu gibi mürtecileri cesaretlendiriyor.
25 Temmuz 1986 günü yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında hükûmete irtica uyarısı
  • Gerici, bölücü, yıkıcı ve aşırı değil; yapıcı, yaratıcı, dengeli ve yurdunu, ulusunu her şeyden çok seven, Atatürk gibi seven gerçek Atatürkçüler olunuz. Doğumunun 100. yılında Aziz Atatürk'ün anısına sunacağımız en değerli armağan bu olacaktır.
19 Mayıs 1981 günü Samsun'da yaptığı konuşma
  • Gönül arzu eder ki bütün gençler liseyi okusun hatta bütün gençler üniversiteyi okusun. Bu, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Liseyi bitiren herkes üniversiteyi okuyamaz.
23 Mayıs 1982 günü Ankara'da yaptığı konuşma
  • Halk oylamasından önce yeni anayasa taslağını önüme getirdiklerinde, Türkiye cumhurbaşkanlarının iki dönem görevde kalmalarına imkân veren bir hüküm vardı. Sadece "bir dönem" olmalı diye taslağa madde koydurttum. Görevini tamamlayan cumhurbaşkanlarının TBMM'nin tabii üyesi olmasını öngören bir madde de vardı. Bunu da çıkarttım.
26 Mart 1986 günü Avrupa Konseyi Genel Sekreteri ile yaptığı görüşmeden
  • Halkın çeşitli kademelerinden çok kimse bize iktidardan gitmememiz hususunda da telkinlerde bulundular. Biz bu telkinlere itibar etmiyoruz zira biz parlamenter demokrasiye inanmış insanlarız. Daha önce de bahsi geçtiği üzere en kötü demokrasi en iyi diktatörlükten daha iyidir. Halkın bu kabil telkinlerini tabii karşılamak gerekiyor. Çünkü Türk halkı eskiden çok sıkıntı çekmiş ve önceki liderlerden nefret etmişti. Bu, rahata kavuşmuş insanların psikolojisidir. Biz 12 Eylül'den önce siyasetçilere çok söyledik, milleti parlamenter sistemden soğutmamalarını ısrarla istedik. Bakın şimdi halk geliyor ve iktidardan gitmememizi istiyor.
13 Nisan 1981 günü Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı ile yaptığı görüşmeden
  • Hiç sabırsızlık göstermeyin! Siyaset yapmanın ölçüsü var mıdır yok mudur, yakında öğreneceklerdir. Samimi bir şekilde memleket meseleleri ile uğraşmak nedir? İdeolojik mücadele, bölücülük, anarşistlik nedir? Bunlar arasındaki fark nedir? Bunları da öğreneceklerdir![3]
4 Kasım 1982 günü İstanbul'da yaptığı konuşma
  • İlk idam kararı geldi önümüze. Ve dedik ki: Sağcı solcu yok. Mümkünse bir sağcı bir solcu, iki sağcı iki solcu. Neyse, kaç tane çıkmışsa ikisini beraber yapalım. Sonra demesinler ki bize: "Bu gelen yönetim efendim sağı tutuyor, solu tutuyor." gibi... Töhmet altında kalmayalım. Üzülüyoruz tabii. Bir insanı idam etmek kolay değil. Fakat o idam ettiğimiz kişi belki 15-20 kişinin hayatına son vermiş. Öyle kimseler geliyor önümüze. Onun için kılımız kıpırdamadan bunu yapıyorduk.
1998 yılında yayımlanan 12 Eylül belgeselinden
  • İlkokullardan üniversitelere kadar Atatürkçülük, diğer bir deyimle Kemalist öğretim yapılacağına ve böyle bir fikir üretileceğine tam aksine sağ, sol ve irticai fikirler üretilmiştir. Bunları üretenler maalesef devlet kasasından maaş alan bir kısım öğretmen ve profesörler olmuş, bu hâl öyle bir durum yaratmıştır ki önce bu öğretmenler, profesörler bölünmüş, daha sonra en sevgili varlıklarımız, tertemiz çocuklarımız karşıt fikirlere ayrılmıştır. Birçok Atatürkçü ve vatansever öğretmen ve profesörlerimizin sesleri duyulmaz olmuştur. Birçok öğretmen bir yıl önce bize gelip, "Efendim biz okulda 'Atatürkçüyüz.' demeye korkuyoruz, azınlıkta kaldık." demişlerdir.
16 Eylül 1980 günü Ankara'da düzenlediği basın toplantısından
  • İkisinden de randevu talep ediliyor. Tesadüf bu ya, ikisi de saat 10.00'u vermişler. Adamcağız rica etmiş, birisi değiştirsin... Başlamışlar, "O değiştirsin, o değiştirsin." diye. Sonunda ikisi de değiştirmemiş. Bakın hâlâ daha büyüklük kompleksi içindeler! Ne olur? Biri, "11.00'de gel." dese ne olur? Hayır! İşte milletin böyle kin içerisinde birbirlerinin boğazına sarılanlara artık tahammülü kalmadı!
Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit için
12 Haziran 1981 günü Amasya'da yaptığı konuşma
  • İtalyan Sosyal Demokrat üye Amadei, "Ülkemdeki tedhiş hareketlerini iyice artıran Kızıl Tugaylar örgütünün faaliyetlerini bastırmak için bize de bir Millî Güvenlik Konseyi gerekli." şeklinde beyanda bulunmuş. Buna benzer beyanları İtalyan subay ve generallerinin NATO'da çalışan subaylarımıza da söylediği Ankara'ya gelen haberler arasında. "Bizde de bir General Evren çıksa da İtalya'yı bu terör belasından kurtarsa." şeklinde olanlar da var.
13 Ocak 1982 notları
  • Kendi çıkarlarını ülke bütünlüğünün üstünde görenler, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizi sapık ideolojilerinin vaatleriyle aldatarak onları Türk istiklalinin sembolü İstiklal Marşı'mıza dahi saygısızlıkta bulunabilecek kadar Türklüğünden uzaklaştırabilmektedirler. Ama sizleri temin ederim ki o kendini ve milleti idrakten aciz vatan hainleri, her zaman olduğu gibi karşılarında yine bizleri -Türk Silahlı Kuvvetlerini- bulacaklar ve bunların hesabını millet önünde vereceklerdir. Onların ilim ve irfan yuvası okullarımızdan temizlendiğini ve bu okulların kalbi Atatürk sevgisi, vatan ve millet aşkı ile yanıp tutuşan, birbirleriyle uygarca fikir münakaşası yapabilen, eli silahsız, kültürlü gençlerle dolu olduğunu görmek bizim de en büyük arzumuzdur.
Bazı milletvekillerinin de bulunduğu ODTÜ'nün açılış töreninde enternasyonal marşının söylenmesine tepkisi, Silahlı Kuvvetler Günü mesajı, 26 Ağustos 1979
  • Komünizm çeşitli maskeler altında gelir. Komünizm bazen Atatürkçüdür. Komünizm bazen cübbeyi üzerine geçirir. "Hürriyet" der gelir, "demokrasi" der gelir. O anda neyi kullanacaksa onunla gelir. Bunu iyi teşhis etmek lazım.
18 Ekim 1985 günü Kastamonu'da yaptığı konuşma
  • Konuşmamın bir yerinde enteresan bir olay cereyan etti. Konuşurken yağmur başlamıştı. Bunun üzerine, "Yağmurda ıslanıyorsunuz, sizi daha fazla yağmur altında tutmak istemiyorum." deyince meydandaki o muazzam kalabalığın içerisinden yüzlerce açılmamış siyah şemsiye mantar gibi havaya kalktı ve arkasından "Evren Paşa isteriz!" diye tempolu tezahürat başladı. Bu manzara bizi hem sevindirdi hem de güldürdü.
17 Ocak 1981 notları, aynı günkü Gaziantep ziyareti için
  • Kubilay Olayı bende ve sınıftaki arkadaşlarım üzerinde büyük etki yarattı. Zira genç bir subayın öyle hunharca şehit edilmesi elbette ki bizi etkileyecekti. Bunun etkisi altında uzun süre kaldım. Bir aralık bu katliamı yapanların yakalandığını ve istasyonda tren beklediğini söylediler. 5-6 arkadaşla beraber hemen istasyona gittik. Onu şehit eden, Kubilay'ı şehit eden hainleri orada gördüm. Bende o kadar derin bir iz bırakmış ki bu, o sırada kara kalemle resme başlamıştım. İlk resmimi Kubilay'ın resmi olarak yaptım. Hatırlarım ve güzel de resimdi. Keşke saklasaydım da yanımda hatıra olarak kalsaydı.[7]
  • Memleketimiz için komünizm ne kadar tehlikeli ise faşizm ve dine dayalı veya onlara taviz veren rejimler de o kadar zararlıdır. Hatta ben daha da zararlı görürüm. Anayasa'nın başlangıç bölümünü iyi okuyunuz. Bizi birbirimize birleştirecek olan Atatürkçülüktür. 12 Eylül'de ona sahip çıktığımız içindir ki milletimizin büyük desteğine mazhar olduk. Bundan taviz veremeyiz. Ben karşı çıkarım.
4 Ocak 1984 günü Bakanlar Kurulu toplantısında yaptığı konuşma
  • … milletimize ve dünyaya ne söz vermişsek hepsini yerine getirmiş olmanın rahatlığı ve mutluluğunu duyuyoruz. En başta gelen, en mühim görevimiz olan anarşi ve terörün belini kırdık. Vatandaşlar, "Yarın ne olacak?" diye ümitsizlik içerisinde değil. Yaşama hakkı güvence altında. Başta üniversiteler olmak üzere bütün okullar öğretim ve eğitime bir gün bile ara vermeden devam ediyorlar. Yüzde yüz yedi civarında seyreden enflasyon, aldığımız etkili ve tavizsiz tedbirlerle iki sene içerisinde yüzde yirmi beşe düşürüldü.
31 Aralık 1982 notları
  • Mücadele, mücadele, mücadele... Vallahi mücadeleden bıktım. Hükûmetle mücadele, muhalefetle mücadele, eski siyasilerle mücadele, komünizmle mücadele, irtica ile mücadele, basın ile mücadele; velhasıl mücadelesiz bir günüm geçmiyor. Yine de bazı çevrelere yaranamıyorum. Ne yapayım ben böyle hayatı... Hoş geldin 1987 yılı... Kim bilir bu sene de nelerle mücadele edeceğiz?
31 Aralık 1986 günü notları
  • Müracaatlar gelmeye başladı sağdan soldan: "Efendim, Fethullah Gülen Hoca sizinle konuşmak istiyor..." "Hayırdır?" dedim: "Ben ne konuşayım onunla?" Kabul etmedim. Tekrar geldiler, tekrar istediler. Hatta bir de bana saat getirmişler, "Almam bunu." dedim. Rüşvet!
2006 yılında üniversite öğrencilerine konuk olduğu Genç Bakış programından
  • Nüfus artışını biraz azaltalım arkadaşlar. Çocuklarımızı okutamadıktan, yetiştiremedikten sonra ne yapayım ben o çocuğu? İşte bunu da düşününce azami iki çocuk sahibi olmak bize yeter. Onun için vatandaşlarıma sesleniyorum: Az olsun, öz olsun!
25 Temmuz 1981 günü Trabzon'da yaptığı konuşma
  • 10 sene, 15 sene sonra bu çocuklar ordunun muhtelif kademelerini ele geçirecekler. Kimisi bölük komutanı, kimisi tabur komutanı, kimisi alay komutanı olacak ve bir harekâtla orduyu ele geçirirlerse memleketi de istedikleri rejime sürükleyebilecekler. Şimdi sorarım size, bu yapılan iş dinî inanç mıdır, dinî ibadet midir yoksa hıyanet midir?
Orduya sızmaya çalışan dinciler için
8 Ocak 1987 günü Çukurova Üniversitesinde yaptığı konuşma
  • 12 Eylül'den evvel bu meydan; çok mitinglere, toplantılara sahne oldu. Bugünkü gibi her taraf Türk bayraklarıyla donatılacağına kızıl bayraklarla donatıldı! Yalnız bizim değil -Türk milletinin değil- bütün dünyanın hayran kaldığı, yalnız Türk milletine değil, mazlum ve esir milletlere de kurtuluş meşalesi olan eşsiz Atatürk'ün resim ve portreleri yerine başka ülkelerin liderlerinin resimleri ellerde taşındı, duvarlara asıldı! Bu meydanda![3]
4 Kasım 1982 günü İstanbul'da yaptığı konuşma
  • 12 Eylül'den evvel moda olan Marks'ı, Lenin'i, Mao'yu okuyanlara sesleniyorum. Onlara sesleniyorum ve diyorum ki: Evvela kendi büyüklerinizi; yoksul ülkelere, tutsak ülkelere dahi lider olmuş Atatürk'ü okuyunuz! Onu öğreniniz, ondan sonra diğerlerini okuyunuz.
4 Eylül 1981 günü Sivas'ta yaptığı konuşma
  • 12 Eylül'den önceyse mahalleler, köyler ve hatta şehirler birbirinden ayrıldı. Kurtarılmış bölgeler hâline getirildi. Bir faydası oldu mu? Öyleyse bırakalım bunları, medeni insanlar gibi bizler de aynı ülkenin evlatları olarak kardeşçe yaşayalım.
10 Nisan 1983 günü Denizli'de yaptığı konuşma
  • 12 Eylül'den sonra bazıları geldi: "Efendim, 12 Eylül'ün seneidevriyesi olacak mı? Ona göre tedbir alalım." dediler. "Ne münasebet!" diye cevap verdim. Böyle bir şey yok. Biz kendimizi her gün hatırlatmak için değil, millete hizmet için bu işe atıldık.
28 Mart 1981 günü Manisa'da yaptığı konuşma
  • Öğretmenlere ayda 1000 lira eğitim ve öğretim tazminatı verilmesini sağladık. Bunun büyük bir yardım olmadığını biliyorduk. Ancak o tarihteki geçim endeksine göre yine de fena sayılamazdı. Öğretmenlerin bugüne kadar çok ihmal edildiklerini biliyorduk. Hiç olmazsa bu şekilde bir ek gelirle yardımlarına koşmak istedik.
21 Ocak 1981 notları
  • Politika; orduya, camiye ve okula girmemeli. Şimdiki politikacılara sorarsanız: "Efendim okulda politika olmalıdır." Ben okul bitinceye kadar ilim irfan sahibi olmalarını, bunları öğrenmelerini beklerim.
1998 yılında yayımlanan 12 Eylül belgeselinden
  • Sen Türk olmakla mutluydun, Türklük seninle daha da mutludur.
10 Kasım 1988 günü Atatürk'ü Anma Töreni'nde yaptığı konuşma
  • "Seni sevmeyen ölsün." pankartını tasvip etmedim ve beğenmedim. Bir daha rica edeceğim vatandaşlarımdan, böyle kötü talepte bulunmasınlar. Hatta şöyle yapsınlar: "Seni seven de sevmeyen de çok yaşasın." desinler. Çünkü bir insanın muhakkak seveni de vardır, sevmeyeni de vardır. Sevmeyen insanlara böyle kötü sözler söylemek bize yakışmaz. Onun için ben bir daha böyle pankart görmek istemiyorum.
25 Haziran 1987 günü Elâzığ'da yaptığı konuşma
  • Sevgili Fatsalı Kardeşlerim,
Türkiye'nin neresinde çok çile çekilmiş, neresinde anarşi ve terör en yüksek noktalara çıkmış ise oralardan en büyük oy potansiyeli çıktı. O hâlde bu gösteriyor ki vatandaş; anarşiden, terörden yana değildir. Vatandaş, huzur ve güven aramaktadır!
21 Kasım 1982 günü Fatsa'da yaptığı konuşma
  • Sevgili Gençler,
Ülkemiz için komünizm ne kadar tehlikeliyse laikliğe karşı davranışlar ve geriye gidiş, taviz verme, irticaya taviz verme de o kadar tehlikelidir. Bunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Ben burada bütün milletin ve bütün partilerin bu tehlike karşısında, bu tehlikeler karşısında birleşmelerini tavsiye ederim. Bazı konular vardır ki bunlarda birleşilebilir. ... Laiklikte birleşilebilir... Bunda iktidar ve muhalefet olmaz.
8 Ocak 1987 günü Çukurova Üniversitesinde yaptığı konuşma
  • Sevgili Hemşehrilerim,
Sağcısı, solcusu, ümmetçisi, bölücüsü ayırt edilmeden bu rejimi kimler yıkmak istemiş, memleketi kimler parçalamaya yeltenmiş ise onların üzerine gidilmiştir ve gidilmeye de devam edilecektir! Bu konuda emniyet kuvvetlerimizin ve Silahlı Kuvvetlerimizin gösterdikleri başarıları takdirle karşılarken bu kuvvetlere yardımda bulunan bütün vatandaşlarıma da sizlerin huzurunuzda teşekkür ediyorum.
28 Mart 1981 günü Manisa'da yaptığı konuşma
  • Sevgili Vatandaşlarım,
Ben, her konuşmamda, seçim meydanlarında nutuk atan ve daima ucuzluk getireceklerinden bahseden ama hiçbir zaman bu ucuzluğu getirmeyen laf ebeleri gibi sizlere ucuzluk vadetmedim. Bilakis sıkıntıdan, pahalılıktan, her sahada tasarruftan, çok üretmekten, dışarıya mal ihraç edebilmekten bahsettim. Milletçe sıkıntılara katlanıyoruz. Bugüne kadar hiç vergi vermeyenler vermeye, az verenler kazançları nispetinde normal vergi vermeye başladılar.
12 Haziran 1981 günü Amasya'da yaptığı konuşma
  • Sevgili Vatandaşlarım,
Milliyetçilik, vatana-ulusa ve devlete sahip çıkma hiç kimsenin inhisarına verilmemiştir ve verilemez. Hiçbir gayriresmî örgüt, devlet güvenlik güçlerinin yetkilerini kullanamaz. "Ben sahip çıkıyorum." gerekçesiyle çeteler kurulması veya "Bu düzen değişmelidir." diyerek diğer bir çete grubunun kurulması asla hoş görülemez ve yasal takibattan da kurtulamazlar.
4 Eylül 1981 günü Sivas'ta yaptığı konuşma
  • Sevgili Vatandaşlarım,
Bizi en çok üzen hususlardan birisi, bu harekâta 1 sene öncesinden karar verdiğimiz ve bunun için de sıkıyönetim komutanlarının anarşi ve terörün üzerine bilerek gitmediği şeklindeki haksız ve insafsız beyanlardır. Bu yakıştırmayı bir defa daha şiddetle reddediyorum. Silahlı Kuvvetlerin hiçbir ferdinin böyle çirkin bir düşüncenin içerisinde olacağını asla tahmin edemiyorum. Eğer bizler, böyle bir düşüncenin sahibi komutanlar olsaydık herhâlde üç sene sonunda birçok sıkıntıları hâlledilmiş, anarşi-terör ortadan kalkmış ve enflasyonu yüzde yüz yedilerinden yüzde otuza düşmüş bir duruma gelmiş ülkeyi seçimle gelecek bir iktidara "Buyur!" deyip kısa sürede teslim etmezdik.[5]
8 Kasım 1989 günü TRT'de yaptığı veda konuşması
  • Siyasi partiler; devletin gücünü azaltan veya parçalayan, vatandaşları birbirine düşman cepheler hâline getiren kuruluşlar olamaz.
16 Ekim 1981 günü yaptığı radyo televizyon konuşması
  • Sizler için engin şefkat ve sevgiyle dolu kalbimin dayanma gücünü de aşan, bana layık gördüğünüz bu eşsiz sevgi gösterilerini minnet ve şükran duygularımla her zaman içimde yaşatacağım. Bunlar hatıralarımın en güzeli ve en büyüğü olarak hayatımı süsleyecektir.[5]
8 Kasım 1989 günü TRT'de yaptığı veda konuşması
  • Sizler; yüce Türk ulusunun refah ve mutluluğu için anarşi, terör, bölücü hareketlerle; komünizm, faşizm, fanatik dinsel ideolojilerle mücadelede büyük bir başarı göstererek aziz milletimizin inanç ve güvenine layık olduğunuzu bir defa daha kanıtladınız. Büyük Atatürk'ün, "Türk vatanının ve Türklük topluluğunun şan ve şerefini iç ve dış her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an yapmaya hazır ve hazırlanmış olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız var." görüşündeki haklılığı yeniden ispatlayarak ruhunu şad ettiniz.
Askerlikten emekliye ayrılırken Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına yayımladığı veda mesajı, 1 Temmuz 1983
  • Sizlere, üstün gayret ve feragatle yürüttüğünüz hizmetlerinizin yanında yüce Türk ulusunun refah ve mutluluğunun sağlanması için anarşi, terör, bölücülük ve komünist, faşist, fanatik dinsel ideolojilerle mücadelede başarılı olacağınıza kesin inanç beslediğim tarihî ve şerefli bir sorumluluk tevdi ediyorum. Gücünüzü; aziz Türk ulusunun vefa dolu kalbinde sizler için yaşattığı büyük güven ve gururdan, damarlarınızda yurt sevgisiyle alevlenen asil kandan ve bayrağınızla birlikte ebediyete kadar götürmeye ant içtiğiniz Atatürk ilkelerinden alacaksınız.
12 Eylül 1980 günü Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına yayımladığı mesaj
  • Sonra teselli bulduğum bir taraf daha var. Bu memleketi kurtarmış, bizi bu hâle getirmiş, her şeyimizi ona borçlu olduğumuz Atatürk'e bile dil uzatanlar, ona çeşitli iftiralarda bulunanlar varken bir Kenan Evren'e iftirada bulunacaklar çıkmaz mı? Elbette çıkar. Onun için kendi kendime teselli buluyorum, "Bana da elbette söyleyecekler olur." diyorum.
1 Kasım 1988 günü Düzce'de yaptığı konuşma
  • Soruyorum sizlere: Sağ ve sol, birbirlerini ve hatta suçsuz vatandaşları öldürmediler mi? Bankayı, ticarethaneyi, evleri soymadılar mı? Şehirlerimizde kurtarılmış bölgeler ihdas etmediler mi? Vatandaşları "Alevidir, Sünnidir." diye ikiye bölmediler mi?
4 Eylül 1981 günü Sivas'ta yaptığı konuşma
  • Şehre girerken bütün yol boyunca Manisalıların kadın, erkek, yaşlısı ve genciyle büyük bir kalabalık hâlinde sokakları doldurduğunu gördüm. Manzara göz yaşartıcı idi. Vilayet önündeki büyük alanın her tarafı insanla dolmuştu, hiç boş yer yoktu. Ben bu konuda herhangi bir emir vermemiştim. Siyasi partilerin yaptığı gibi bedava otobüslerle insan da taşıttırılmamıştı.
Memleketi Manisa'ya yaptığı ziyaret için, 28 Mart 1981 notları
  • Şu hususu açıkça belirtmek isterim ki nüfus artışı çok olduğu sürece her alanda olduğu gibi eğitim alanında da sorunlar bitmeyecektir. Daima yenileri eklenecektir. Nüfus hareketleri ile kalkınma arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Nüfusu az ya da nüfus hareketlerini belli bir çerçeveye sokmuş yani hızını azaltmış ülkeler daha çabuk kalkınabilmektedirler. Bunun örneklerini dünya üzerinde daima görüyorum. Kalkınmış ülkelerde nüfusun çok az artması dolayısıyla herkese hizmet götürülebilmektedir. Gezdiğim yerlerde 24 çocuğu olanlara rastladım. İsimlerini bile bilmiyor. Olmaz böyle şey. Bu çocuklara yazık değil mi? Bunlar nasıl beslenip okuyacaklar?
13 Kasım 1987 günü Antalya'da yaptığı konuşma
  • Şuna inanınız ki bu memlekete, bu vatana komünizmi de faşizmi de sokturmayacağız! Bölücülerin ve dinimizi istismar edenlerin yapmak istediklerine müsaade etmeyeceğiz! Atatürk'ün ilkelerini tekrar yerine oturtacağız!
15 Ocak 1981 günü Konya'da yaptığı konuşma
  • Şunu hiçbir zaman hatırınızdan çıkarmayınız ki Atatürkçülükten ayrıldığınız sürece, Atatürkçülükten saptığınız sürece bize hayat hakkı yoktur. Bu üç sene içerisinde bütün okullarımızda, özellikle askerî okullarımızda Atatürkçülüğün yerleştirilmesi için büyük bir çaba sarf ettik. Bu konuda çok kıymetli ilim adamlarımızı, tarihî değeri olan kişileri topladık ve üç tane kitap bastırdık ve sizlere okutulması için verdik.
3 Ekim 1983 günü Kara Harp Okulu öğrencilerine yaptığı konuşmadan
  • Şunu unutmayınız ki dünyamızda yabancı dil bilmeyen kişilerin hayatta muvaffak olmaları bundan sonra mümkün değildir. Hayatınızı kazanırsınız, herkes kazanıyor. Lisan bilen muhakkak ki ötekisinin önüne geçecektir. Onun için askerî liselerde kolej sistemi kabul edildi. Ve Harbiye'de de haftada 3 saat lisan dersine devam ettiriliyor. Ancak burada aldığınız lisan bilgisi buna kifayet etmez. Duraksamadan devam ettirmeniz gerekir.
22 Nisan 1988 günü Kara Harp Okulu öğrencilerine yaptığı konuşmadan
  • TARİŞ'e MHP tandanslı işçilerin alınmasını ben de tasvip etmiyorum. Ancak CHP'nin bir şey demeye hakkı yok. Zira iktidarda iken siz de sol tandanslı işçileri aldınız.
18 Şubat 1980 günü CHP'li Kemal Kayacan'la yaptığı görüşmeden
  • ... "Tek yol devrimdir!" diyerek yine Marksist-Leninist propaganda yapanlara elbette müsaade edemezdik. Çünkü Atatürk'ün koyduğu inkılapçılık, şimdiki adıyla "devrimcilik" bu değildir. Eğer bu olsaydı, yani Marksist-Leninist düzen olsaydı, bu düzeni kendisi kabul ederdi. Çünkü Marksist-Leninist ideoloji Atatürk'ün zamanında da vardı. Bu, Atatürk'ten sonra meydana çıkmış bir ideoloji değildir. Bunun gibi, "Atatürk koymuştur, Atatürk kurmuştur." diyerek karşımıza çıkanlara deriz ki: "Koyduğu ve kurduğunu çarpıtmadan, saptırmadan, doğru dürüst muhafaza ettiniz mi yoksa yalnız ismi mi ortada kaldı?"
17 Nisan 1982 günü Balıkesir'de yaptığı konuşma
  • Türk milliyetçiliği üzerinde durdum. Zira biz Osmanlı İmparatorluğu zamanında milliyetimizi muhafaza edemedik. Türk kelimesini kullanmadık. Ve o Osmanlı İmparatorluğu içinde en çok ezilen, en çok sıkıntı çeken, en çok horlanan millet de Türk milletiydi, o yüzden geri kaldık. Bizim içimizdeki o ülkeler biliyorsunuz bizi geçti, birçok sahada biz kendi vatandaşımıza gerekli ilgiyi gösteremediğimiz için onlardan geri kaldık.
22 Haziran 1987 günü Sivas'ta yaptığı konuşma
  • "Türk ordusu Atatürkçü ilkelerle yetişiyor." diyorlar. Yani Harbiye'de veya Silahlı Kuvvetlerde Atatürkçülüğü öğretmeyelim de Marksizm'i, Leninizm'i mi öğretelim veya şeriat düzenini mi öğretelim? Elbette Atatürkçü çizgide çocukları yetiştireceğiz. Sizleri de öyle yetiştiriyoruz. Sanki bu bir kusurmuş gibi takdim edildi. "Subay, ağzından Atatürkçülüğü düşürmez." Ne söylesin peki? "Atatürkçüyüm." demesin mi?
8 Ocak 1987 günü Çukurova Üniversitesinde yaptığı konuşma
  • Türk ordusu, diğer bazı ülkelerde ortaya çıkan "darbeci" ordulardan biri değildir. 12 Eylül Müdahalesi de millî bütünlüğümüze yönelik yıkıcı ve terörist tehditleri yok etmek ve demokrasiyi daha sağlam temeller üzerine oturtmak üzere milletin büyük desteğiyle gerçekleştirilmişti. Müdahalenin hemen ardından demokratik düzene yeniden geçiş için bir takvim açıklamıştık. Söz konusu takvimin tam anlamıyla uygulanmış olduğunu söyleyebilmekten gurur duyuyoruz. Atatürk'ten miras aldığımız temel ilkelerden biri de millî iradenin üstünlüğünün milletten kaynaklandığıdır ve ordunun bu ilkeye bağlılığı hakkında hiçbir şüphe olmaması gereklidir.
11 Ekim 1988 günü Alman Die Welt gazetesi muhabirine verdiği mülakattan
  • Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının sahip olduğu ideoloji ATATÜRKçülüktür. ATATÜRK ilkelerinde birleşme ve bütünleşme sağlanmıştır. İlimin en hakiki mürşit olduğuna inanan Türk Silahlı Kuvvetleri, askerî ve sivil vazifelerine ilişkin sorunları çözmede modern teknikleri en geniş biçimde kullanmaktadır ve kullanmaya devam edecektir.
10 Ekim 1980 günü orduya yayımladığı "Türk Silahlı Kuvvetlerinin Dikkate Alacağı ve Uyacağı Hususlar" başlıklı emir
  • Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kahraman Evladı,
Sen bağımsızlığımızın tek ve en büyük güvencesi, Atatürk ilkelerinin sadık ve fedakâr bekçisi, geleceğimizin gerçek sahibisin.
Atatürk ideali en güçlü rehberin, cumhuriyetimiz en kutsal emanetindir.
Onlarla yaşa, onlarla sonsuza ulaş.
Cennet yurdun için mucizeler yarat; her köşesi iyilik, doğruluk ve güzellik çiçekleriyle dolsun.
Kahraman ulusunu mutlu ve hür yaşat ki şehitlerinin ruhları şad olsun.
Atatürk ilkelerinden asla taviz verme, onları amacına götür.
30 Ağustos mesajı, 1980
  • Türkiye bugüne kadar ne çekmişse Meclise gelen ve karşısındakinin konuşmasına tahammül etmeyip her işi kavga ederek hâlletmeye çalışan kavgacı, gürültücü kişilerden çekmiştir.
10 Nisan 1983 günü Denizli'de yaptığı konuşma
  • Türkiye'nin geleceği için çocuklarınızı okutunuz, hurafelerle mücadele ediniz. Çocuklarınızın kafalarını hurafelerle değil, müspet ilimle doldurunuz. Vatandaşlarımdan en büyük isteğim budur.
13 Ağustos 1983 günü Kastamonu'da yaptığı konuşma
  • Türkiye Cumhuriyeti'ne yön veren temel ilkelerden biri laikliktir. İrtica ve komünizmin aynı derecede tehlikeli olduğunu söylediğim doğrudur. Zira gerek irticanın gerek komünizmin amacı; temel insan hak ve hürriyetlerine saygı esasına dayalı, laik ve demokratik parlamenter sistemi ortadan kaldırmaktır. Bunlar söz konusu amaca öylesine bağlıdırlar ki yakın geçmişte aralarında ittifaklar oluşturabildiklerini dahi görmüşüzdür.
Federal Almanya'da yayımlanan Die Welt gazetesi muhabirinin, "Bir emirle İslamcıların kabineye girmesini engellediniz. Bunu niçin yaptınız? Size irticanın komünizm kadar tehlikeli olduğu beyanı atfedilmektedir?" sorusuna verdiği cevap, 11 Ekim 1988
  • Türkiye Cumhuriyeti'nin şu 59'uncu yıl dönümünde Aziz Atatürk'ün ruhu muhakkak ki bizlerle beraberdir, müsterihtir ve mesuttur. Çünkü onun en büyük, en kutsal eseri olan Türkiye Cumhuriyeti bir kere daha kurtarılmıştır.
29 Ekim 1982 günü Ankara'da yaptığı konuşma
  • Vatandaş, "Memleket elden gidiyor. Devlet nerede?" diye feryat ederken onlar birbirlerine karşı günlük siyasi oyunlarını, bir de büyük bir marifetmiş gibi, televizyon ekranlarında milletimizin karşısına fütursuzca çıkarak sürdürüp durmuşlardır. Hele iktidar olabilmek için parlamento aritmetiği üzerindeki oyunları, partilerin birbirinden milletvekili kaydırmalarını parlamento tarihimizin en yüz kızartıcı olayları olarak hatırlamamak mümkün müdür!
29 Ekim 1982 günü Ankara'da yaptığı konuşma
  • Yakalananları televizyondan izliyorsunuz, çoğu daha hayatının baharında gencecik çocuklarımız. 16 ile 25 yaş arasındakiler ekseriyette. Ya liseden terk ya üniversitede okuyamamış veya hiç okula gitmemiş kişiler. Bunlar ihtilal yapacak, mevcut rejimi devirecek ve idareye el koyup devleti idare edecekler. Bunlara acımamak mümkün değil.
28 Mart 1981 günü Manisa'da yaptığı konuşma
  • Yine sorunuz: 6 aydır memleketi cumhurbaşkansız bıraktınız, bir 6 ay daha mı bekleyecektiniz? 6 aydır meclisler hiç çalışmıyor ve bir tek kanun çıkarılmıyordu, bir 6 ay daha mı hiçbir iş yapmadan bekleyecektiniz? Hiçbir iş yapmadığınız hâlde hak etmediğiniz maaşlarınızı nasıl alıyor ve onu rahatlıkla, vicdanınız sızlamadan harcayabiliyordunuz? Ve yine sorunuz: Ekonomik durumu düzeltecektiniz de neden enflasyon her geçen gün bir çığ gibi çoğalıyordu? Neden birçok zaruri gıda maddeleri dahi bulunamıyordu, neden dış ülkeler Türkiye'ye kredi vermekten çekiniyorlardı? Bütün bunları yapamıyordunuz, çekilmeyi de mi bilmiyordunuz? İşte sevgili vatandaşlarım, bütün bunları sorunuz ve onlardan makul cevaplar isteyiniz. Göreceksiniz ki hiçbirisine makul cevap alamayacaksınız.
Eski siyasiler için
12 Eylül 1983 günü yaptığı radyo televizyon konuşması
  • Yüreği vatan ve ulus sevgisi ile dolu Müşfik, Dürüst Türk Genci,
İzleyeceğin tek yol, Atatürk'ün açtığı yoldur.
Bu yol; akıl, mantık ve dinamizm yoludur.
Bu yolda insanlık, bağımsızlık, hürriyet, eşitlik, çağdaşlık ve aydınlık vardır.
Kendini bu yolda hizmete ada.
Bir kısım fikir babaları, Atatürk'e sahip çıkarak bu yolu sana başka türlü göstermeye çalışacaklardır. Onlara inanma, doğru yolu izanınla kendin bul.
19 Mayıs 1981 günü Samsun'da yaptığı konuşma
  • Zira bizim nesil onunla beraber büyümüş, onun ilkeleriyle yoğrulmuş, Atatürk'e -tabiri caizse- âşık birer gençtik. Atatürk bizim her şeyimizdi. Atatürk'ün cenazesi zannediyorum on gün sonra Dolmabahçe Sarayı'ndan Ankara'ya nakledilecekti. Biz de Topçu Okulu olarak o cenaze törenine katılacaktık. Bütün yol boyunca, Sarayburnu'na gelinceye kadar cereyan eden olayları, bağırmaları, ağlamaları, sızlamaları yakinen gördüm. Sarayburnu'na gelindiğinde, muhribe nakledilecek cenaze, "İsteyen muhriple İzmit'e geçebilir. Oradan da trenle Ankara'ya kadar gidebilir." dediler. Ben de gidecektim ama iki üç gün orada kalmam lazım, Ankara'da. Parama baktım, param az, çok az. O parasızlık yüzünden maalesef Atatürk'ün o cenazesiyle birlikte Ankara'ya gidemedim, ona hâlâ üzülürüm.[7]

12 Eylül 1980 Günü Canlı Yayında Yaptığı Konuşma

[değiştir]
  • Yüce Türk Milleti,
30 Ağustos Zafer Bayramı dolayısıyla sizlere radyo ve televizyondan hitap etmek imkânını bulmuş ve ayrılan kısıtlı süre içerisinde mümkün olduğu kadar yurdumuzun içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik durumu ile anarşik ve bölücü eylemleri, alınması gereken tedbirleri çok kısa olarak izah etmeye çalışmıştım. Yine çok iyi hatırlayacaksınız ki iki yıldır her fırsattan istifade ile muhtelif defalar verdiğim beyanat ve radyo-televizyon konuşmalarımda da bu hayati önemi olan konuları dile getirmiştim.
Kalbi bu vatan ve millet için atan sağduyu sahibi vatandaşlarım kabul edeceklerdir ki ülkemizin hâlen içinde bulunduğu hayati önemi haiz siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlar devlet ve milletimizin bekasını tehdit eder boyutlara ulaşmış ve bu hâl devletimizi cumhuriyet tarihimizin en ağır buhranına sürüklemiştir.
Yine hepinizin bildiği ve gördüğü gibi anarşi, terör ve bölücülük her gün 20 civarında vatandaşımızın hayatını söndürmektedir. Aynı dinî ve millî değerleri paylaşan Türk vatandaşları, siyasi çıkarlar uğruna çeşitli suni ayrılıklar yaratılmak suretiyle muhtelif kamplara bölünmüş ve birbirlerinin kanlarını çekinmeden akıtacak kadar gözleri döndürülerek âdeta birbirlerine düşman edilmişlerdir.
Atatürk ilkelerini esas alarak kurulan cumhuriyetimizin bu duruma düşürülebileceğini bundan 10 sene evvel tasavvur dahi etmek mümkün değildi.
Bugüne kadar iktidara gelen çeşitli hükûmetlerin, her yıl artan bir hız ile yaygınlaşan ve dünya tarihinde sayısız örnekleri görülen özel harbin sızma ve çökertme harekâtına karşı iç güvenliği sağlayacak kararları ve tedbirleri birinci öncelikle alacaklarını vadetmelerine rağmen sonuç alacak teşebbüsleri; siyasi çıkar çatışmaları ve basit parti hesapları, kaprisler, hayaller, gerçek dışı talepler ve Türk Devleti'nin niteliklerine ters düşen gizli ve açık emeller arasında kaybolup gitmiştir.
Düşmanın amaç ve yöntemleri, anarşi, terör ve bölücülüğün ulaştığı düzey; özel hukuki tedbirlere, idari düzenlemelere, sosyal koşulların geliştirilmesine, millî eğitim ve iş hayatının düzenlenmesine ihtiyaç göstermekteyken milletin vekâletini taşıyan milletvekilleri ve senatörler meclislerde aylardan beri hiçbir sorumluluk duymadan, yalnız parti menfaat ve disiplini uğruna bu olaylara seyirci kalabilmişlerdir. İktidarların başarı ümit ederek aldıkları her tedbir, muhalefetler tarafından kınanarak ve hatta memleket yararına da olsa baltalanmıştır. Millî birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz dönemlerde bile kutuplaşmalar ve bölünmeler âdeta teşvik edilmiş, yangını beraberce söndürmek yerine üzerine benzin dökülerek memleket bilerek veya siyasi çıkarlar uğruna, sırf iktidara gelebilmek pahasına bir yangın yerine çevrilmek istenmiştir.
Ağızlarından düşürmedikleri hukuk devleti kavramı bir kısım anayasal kuruluşlarca, devletin parçalanması pahasına da olsa yalnız kişilerin müdafaası olarak yorumlanmış, devletin ve milletin savunulması ise sahipsiz kalmıştır.
Anayasa'nın kuvvetler ayrılığı ilkesinin birlikte getirdiği sorumluluk, uygulamada kuvvetler çatışmasına dönüştürülmüştür.
Düşüncelerimiz, dinimiz üzerinde ve akla gelebilen her konuda dış ve iç kaynaklı bölücü ve yıkıcı faaliyetler bütün şiddetiyle sürdürülürken ne hazindir ki bir kısım gerçeğe uymayan özerklik, dar görüşlü, sahibinden başkasının inanmadığı bilimsellik ve koşulları dikkate almayan salt hukuk savunucuları, yıkılacak devletin enkazı altında kalacaklarının, yok olup gideceklerinin idraki içinde olmadıkları görünümünü vermişlerdir. Bu acı hakikatleri görüp çare arayanların veya Türk ulusunu uyaran ve milleti bütünleşmeye davet edenlerin ise seslerini duymak mümkün olamamıştır. (Bir kısım kıymetli Türk basınının bu konuda zaman zaman yaptıkları uyarıları burada şükranla belirtmek isterim.)
Siyasi partiler, bu kritik dönemde milletin özlemle beklediği önlemleri almak yerine iç gerilimi devamlı olarak artırarak, yıkıcı ve bölücü mihrakları büsbütün kışkırtarak onlara cüret ve cesaret verecek beyan ve eylemleri ile âdeta yarışırcasına seçim yatırımları için zemin yaratma yollarını tercih etmişlerdir.
İktidara gelen siyasi partiler, devlet teşkilatının bütün kademelerini kendi görüşleri doğrultusundaki kişilerle doldurarak kamu görevlilerinin ve vatandaşlarımızın bir tarafa girerek kamplara bölünmesini zorunlu hâle getirmişler, giderek anarşi ve bölücülüğü destekleyen kaynakların şekillenmesine ve kamu kuruluşlarında çalışanlarla polis ve öğretmenlerin dahi birbirine düşman kamplara ayrılmalarına neden olan partizan tutum ve davranışlarından vazgeçmemişlerdir. Böylece tarafsız halkımız, devletten beklediklerini parti kapılarında aramaya mecbur bırakılarak devlet otoritesi yok olmaya, vatandaşların hak ve hukukunu korumak ve ona tarafsız hizmet götürmek yerine devletin saygınlığı yavaş yavaş erimeye mahkûm olmuş ve dolayısıyla ülkemizde tam bir otorite boşluğu teşekkül etmiştir.
Bir kısım bedbahtlar; Türk milletinin bağımsızlığını, birlik ve beraberliğini temsil eden İstiklal Marşı'mıza, koyu taassup veya sapık ideolojik amaçlarla protesto maksadıyla oturarak veya İstiklal Marşı yerine enternasyonali söyleyerek açıkça saygısızlık gösterebilmişler ve buna doğrudan sorumlu kişiler tevil yoluna sapmak suretiyle savunmalarını yapabilmişlerdir.
Uzun zamandan beri bu fevkalade üzücü olayları yakından takip eden Türk Silahlı Kuvvetleri, hatırlayacağınız gibi milletin kendisine verdiği yetkileri kullanamayan ve bu korkunç gidişi acz içinde seyreden anayasal kuruluşların tümünü Cumhurbaşkanımız aracılığıyla uyararak alınması gereken tedbirlere de yer vermek suretiyle büyük Türk milletine karşı yüklendiği sorumluluğu dile getirmiştir. Aradan geçen 8 aylık süre içerisinde yaptığımız sayısız uyarmalara rağmen hemen hemen bu tedbirlerin hiçbirine yasama ve yürütme organları ile diğer anayasal kuruluşlardan yeterli bir cevap alınamamış ve bu konuda müspet faaliyetleri de izlenememiştir. Bu uyarı mektubundan sonra bir kısım yasaları etkisiz hâle getirerek çıkaran meclislerimiz, 22 Mart 1980 tarihinden beri siyasi çıkar hesapları ile çıkmaza sürüklenen cumhurbaşkanlığı seçiminden dolayı içinde bulunduğumuz buhran ile mücadelede en kıymetli unsur olan zamanı fütursuzca harcamışlardır. Dünyanın hiçbir ülkesinde cumhurbaşkanlığı makamı ve seçimi bu kadar hafife alınmamış ve bu kadar zaman boşa harcanmamıştır.
Asayiş ve ekonomik bunalıma çareler getirmesi ve kanunlar yapması beklenen yasama organlarımız, memleket üzerine çöken bu kâbusa karşı kayıtsız kalmışlardır.
Anayasa'mız, Türk vatandaşlarının dinî inançlarından ötürü kınanamayacağını açıkça belirtmiş olmasına rağmen tek bir oyun peşinde koşan siyasi partilerimiz, yüce Atatürk'ün cumhuriyeti döneminde unutulmuş mezhep ayrılıklarını kışkırtmakta faydalar görerek Erzincan, Sivas, Kahramanmaraş, Tunceli ve Çorum illerinde siyasi çıkarlar uğruna vatandaşlarımızın birbirini katletmelerine neden olmuşlardır.
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan ve kendini Türk vatandaşı kabul eden herkesin tek bir vücut hâlinde Türk milletini oluşturduğu unutulmuş ve değişik mezheplere bağlı vatandaşlarımızın tam bir kardeşlik bağı ile kaynaşmalarını engellemek isteyen kışkırtıcılar siyasi destek görmüşlerdir.
Bir kısım anayasal kuruluşlar, muhtelif etkiler altında anarşi, terör ve bölücülük karşısında tarafsız, adil ve ortak bir yol izlemek yerine bizzat Anayasa'nın ihlali karşısında dahi sessiz kalmayı tercih etmişlerdir.
Bütün bu şartlara rağmen hukuk devletinin temel ilkelerini savunmakla görevli anayasal kuruluşlarımız, devletin en üst kademesindeki anarşizmin yarattığı tehlikenin büyüklüğünü idrak edemediklerinden veya terör odaklarının tehdidinden çekindiklerinden devletin temellerine konan dinamitle her an parçalanma tehlikesi karşısında olduğunu gözlerden kaçırmaya çalışmışlardır. Devlet çökertildiği zaman Anayasa'nın kanatları altına sığınan tüm hukuk kurumları ile özerk bilim müessese ve derneklerinin bu enkaz altında yok olacağı unutulmuştur.
Son iki yıllık süre içinde terör 5.241 can almış, 14.152 kişinin yaralanmasına veya sakat kalmasına sebep olmuştur. İstiklal Harbi'nde, Sakarya Savaşı'ndaki şehit miktarı 5.713, yaralı miktarımız 18.480'dir. Bu basit mukayese dahi Türkiye'de hiçbir insanlık duygusuna değer vermeyen bir örtülü harbin uygulanıldığını açıkça ortaya koymaktadır.
Sevgili Vatandaşlarım,
İşte bütün bunlar ve buna benzer sayılabilecek ve hepiniz tarafından yakinen bilinen daha birçok sebeplerden dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri; ülkenin ve milletin bütünlüğünü, milletin hak, hukuk ve hürriyetini korumak, can ve mal güvenliğini sağlayarak korkudan kurtarmak, refah ve mutluluğunu sağlamak, kanun ve nizam hâkimiyetini, diğer bir deyimle devlet otoritesini tarafsız olarak yeniden tesis ve idame etmek gayesiyle devlet yönetimine el koymak zorunda kalmıştır. Bugünden itibaren yeni hükûmet ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat bir zaman için yasama ve yürütme yetkileri benim başkanlığımda Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı'ndan oluşan Millî Güvenlik Konseyi tarafından kullanılacaktır.
Büyük Atatürk'ün deyimiyle, "ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarmak, yurdumuzu dünyanın en mamur ve en uygar araç ve kaynaklarına sahip kılmak" hedefine yönelik hızlı bir kalkınma döneminin en kısa zamanda gerçekleştirilmesi zaruretine inanıyoruz. Bu inancımızın gerçekleşmesi için yüce ulusumuzun, bağrından çıkardığı ve yurdumuzdaki kutuplaşmada hiçbir tarafı tutmayan, sadece Atatürk ilkeleri doğrultusunda yürüyen Türk Silahlı Kuvvetleri yönetimine güveneceğinden kuşkumuz yoktur. İçinde bulunduğumuz buhrandan çıkmamız için ulusça arzu edildiğine inandığımız, disiplinli ve her türlü tasarrufa ağırlık veren bir yaşam ve dayanışma ortamına girilmesini ve milletçe gücümüzün tümünü ortaya koyacak bir çalışma hızını bekliyor ve yüce Türk milletine güveniyoruz.
Vatandaşlarımızı kaderde, kıvançta ve tasada ortak bir bütün hâlinde millî şuur ve ülküler etrafında birleştirmenin iç barış ve huzurun sağlanmasında vazgeçilmez faktör olduğu düşüncesiyle Atatürk milliyetçiliğinden hız ve ilham almanın, politikada "Yurtta sulh, cihanda sulh." ilkesine bağlı kalmanın, Millî Mücadele ruhunun, millet egemenliğine, Atatürk ilke ve devrimlerine olan bağlılığın tam şuurunu yerleştirmek ve geliştirmekle ülkemize yönelik tehditlerin ulusça göğüsleneceğine inanıyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti, NATO dâhil tüm ittifak ve anlaşmalara bağlı kalarak başta komşularımız olmak üzere bütün ülkelerle karşılıklı bağımsızlık ve saygı esasına dayalı, birbirlerinin iç işlerine karışmamak kaydıyla eşit şartlar altında ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkilerini geliştirme kararındadır.
Uluslararası sorunların barışçı yollarla çözümlenmesinden yana bir dış politika izlenmesine devam edilecektir.
Birçok tutum ve davranışlarıyla demokratik, özgürlükçü parlamenter sisteme inancını defalarca kanıtlayan Türk Silahlı Kuvvetleri, en kısa zamanda Bakanlar Kurulunu kurarak yürütme sorumluluğunu bu Kurula bırakacak ve hür, demokratik parlamenter sistemin şimdi olduğu gibi dejenere edilmesine ve tıkanmasına mâni olucu ve Türk toplumuna yaraşır bir Anayasa ve Seçim Kanunu ile Partiler Kanunu'nu hazırlamayı ve bunlara paralel düzenlemeleri yapmayı müteakip insan hak ve hürriyetlerine saygılı, millî dayanışmayı ön plana alan, sosyal adaleti gerçekleştirecek, ferdin ve toplumun huzur, güven ve refahına önem veren özgürlükçü, demokratik, laik ve sosyal hukuk kurallarına dayalı bir yönetime ülke idaresini devredecektir.
Sayılan bu hazırlıklar tamamlanıncaya kadar yurdumuzda her türlü siyasi faaliyetler her kademede durdurulmuştur. Zorunlu olarak faaliyetleri durdurulan siyasi partilerin, yeniden hazırlanacak Anayasa'daki düzenlemelere ve yeni Seçim ve Partiler Kanunu'na göre zamanı, koşulları ilan edilecek, seçimlerden yeterince önce faaliyete geçmesine müsaade edilecektir.
Parlamento üyeleri, siyasi faaliyetlerden dolayı suçlanmayacak ve yeni yönetime karşı suç teşkil edecek tutum ve davranışlarda bulunmadıkları sürece haklarında herhangi bir işlem yapılmayacaktır. Ancak kanunların suç kabul ettiği fiilleri vaktiyle işlediği saptanan parlamenterler hakkında gerekli kovuşturma yapılacaktır. Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Millî Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partilerinin parti başkanları, şimdilik can güvenliklerinin sağlanması amacı ile Silahlı Kuvvetlerin koruma ve gözetiminde belirli yerlerde ikamete tabi tutulmuşlardır. Durum müsait olunca serbest bırakılacaklardır.
Memlekette idarenin tam bir tarafsızlık içinde vatandaşın hizmetine koşması sağlanacaktır. Devlet hizmetinde bulunanların siyasi etkiler dışında çalışmaları kanun hâkimiyeti altına alınacaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyduğu şu anda devletin yanında tarafsız ve adil hizmet görecek yöneticiler, eski zamanın siyasi davranışlarına yönelmedikçe hizmet ve görevlerine devam edeceklerdir.
Kanun ve nizam hâkimiyetini sağlamada tecrübeli ve yetenekli kişilerden oluşan mahkemelerin süratle ve doğru kararlar verebilmelerini ve bunları korkusuzca uygulayabilmelerini sağlayacak yasal ve idari tedbirler alınacaktır.
Memleketin ekonomik koşullarını kendi gücümüzle iyileştirmek için her alanda elden gelen gayret sarf edilecektir. Çalışkan ve vatanperver Türk işçisinin mevcut ekonomik koşullar çerçevesinde her türlü hakları korunacaktır. Ancak temiz Türk işçisini sömüren, onları kendi ideolojik görüşleri istikametinde kullanmak için her türlü baskı oyunlarına başvuran, işçinin hakkı yerine kendi menfaatlerini ön planda tutan bazı ağaların bu faaliyetlerine asla müsaade edilmeyecektir.
Tüm işverenlerin, iş barışının koşullarını sağlayacak esaslardan ayrılmadan, üretimin artırılması ve ihracata yönelik gayretlerin gelişmesine yardımcı olmaları için her türlü tedbir alınacaktır.
Köylünün milletimizin efendisi olduğu inancını kuvveden fiilen çıkarmak için tarım alanında üretimi artıracak bir tarım seferberliği ve fiyat politikası ile gerekli diğer önlemlerin alınmasına bilhassa önem verilecektir. Türk köylüsünün, tarlasından ayrılıp şehirlere göç etmesini zorlayan ekonomik ve sosyal nedenlere çare aranacaktır.
Eğitim ve öğretimde Atatürk milliyetçiliğini yeniden yurdun en ücra köşelerine kadar yaygınlaştıracak tedbirler en kısa zamanda alınacaktır. Yarının teminatı olan evlatlarımızın Atatürk ilkeleri yerine yabancı ideolojilerle yetişerek sonunda birer anarşist olmasını önleyecek tedbirler alınacaktır. Bu maksatla hepimizin tek tek saygıyla andığımız öğretmenlerimizin Der'li, Bir'li derneklere üye olarak bölünmelerine müsaade edilmeyecektir. Her düzeyde öğrencinin amacı, Atatürk ilkeleri ve milliyetçiliği ile pekişmiş ve üretime yönelik bilgi ve becerisini kazanmak olacaktır.
En kıdemsiz erinden en üst komutanına kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm personeli, bu amaçlara ulaşmada, devletin iç ve dış tehditlere karşı kollayıcı ve koruyucu gücü olarak siyasetin dışında kalacaktır.
Aziz Yurttaşlarım,
Bir defa daha belirtiyorum ki Silahlı Kuvvetler; aziz Türk Milletinin hakkı olan refah ve mutluluğu, vatan ve milletin bütünlüğü ve gittikçe etkisi azaltılmaya çalışılan Atatürk ilkelerine yeniden güç ve işlerlik kazandırmak, kendi kendini kontrol edemeyen demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmak, kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis etmek için yönetime el koymak zorunda kalmıştır.
Komutan, subay, astsubay ve erler olarak hepimiz vatan ve milletin refah ve mutluluğu uğruna her şeyimizi, bu arada hayatımızı dahi seve seve feda etmeye hazırız. Memlekette her zaman bulunabilen ve özellikle son zamanlarda çoğalan kötü niyetli birçok kişi ve kuruluşlar sizlere yalanlar düzerek bunun aksini söyleyebilecekler ve menfi propagandalara başvurabileceklerdir. Bunlara asla inanmayınız. Bütün uygulamalar milletin gözü önünde yapılacaktır.
Kıymetli Vatandaşlarım,
Her zaman milletiyle bir bütün ve Türk milletinin emrinde olan Türk Silahlı Kuvvetlerine ve yeni yönetime karşı yapılacak her türlü direniş, gösteri ve tutum anında en sert şekilde kırılarak cezalandırılacaktır.
Yurtta kan dökülmemesi için bütün vatandaşlarımın tahriklere kapılmaksızın sükûnet içinde, yayımlanacak bildiriler doğrultusunda hareket etmelerini ve ikinci bir bildiriye kadar sokağa çıkmamalarını rica ederim.
Vatandaşlarımın birbirlerinin hak ve hukukuna saygılı olmalarını, sevgi içinde kırgınlıklarını unutmalarını, hepimizin bu mübarek topraklar üzerinde aynı haklara sahip bir Türk vatandaşı olduğumuzun idraki içerisinde olarak yeni yönetime yardımcı olmalarını vatanperverlik ve asil karakterlerinden bekler, mutlu ve aydınlık yarınlar dilerim.[8]

5 Ocak 1981 Günü TBMM'de Yaptığı Atatürk Yılı Açılış Konuşması

[değiştir]
  • Büyük Türk Milleti, Sayın Konuklar,
Büyük kurtarıcımız, cumhuriyetimizin kurucusu, yarattığı siyasal, sosyal ve kültürel inkılaplarla Türk tarihinin ve dünya tarihinin akışına yeni bir yön veren, uygarlık ufuklarımızın ışığı, insanlığın seçkin evladı, millî kahraman ve büyük devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılı olan 1981 yılına girmiş olmanın engin gururu ve kıvancı içindeyiz.
Hepinizin bildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti, büyük kurucusunun yüzüncü doğum yıl dönümünü ona layık bir şekilde kutlamak ve yüzyılımıza şeref ve övünç veren aziz hatırasını devletçe ve milletçe anmak üzere 1981 yılını Millî Güvenlik Konseyinin kabul ettiği bir kanunla Atatürk Yılı olarak kabul ve ilan etmiştir.
Biraz önce Ulu Önder'imizin kutsal vatan topraklarında sonsuzluğa doğru uzanan anıt kabrini ziyaret ederek onun manevi huzurunun sessizliğinde gönüller dolusu saygı ve şükran duygularımızı ifade etmiştim. Şimdi de ölümsüz Atatürk'ün milletine bıraktığı en büyük eser ve armağanı olan Türkiye Büyük Millet Meclisinden aziz vatandaşlarıma ve onun bütün kalbiyle, düşünceleriyle ve hizmetleriyle içten bağlı bulunduğu insanlık âlemine seslenerek "1981 Atatürk Yılı"nı kutlamalara açıyorum.
Minnet ve şükran duygularının bir ifadesi olarak Ulu Önder'ine ithaf ettiği bu ilk yüzüncü yıl tüm ulusumuza kutlu olsun. Türklüğe ve insanlığa en güzel ve muhteşem düşünce ve hizmet örneklerini verebilmiş en büyük Türk olarak Atatürk'ü doğumunun yüzüncü yılında şükranla, sevinçle ve iftiharla anarken Türk milleti bu mutluluğu diğer uluslarla da bölüşmektedir. Son yüz yıl içinde insanlık ailesinin yetiştirdiği en büyük liderler arasında yer alan Atatürk için bütün dünya milletlerinin yürekten takdir, hayranlık ve saygı duygularıyla bizim heyecanımıza ortak olduklarını görmekten mutluluk duyuyoruz.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu UNESCO'nun Genel Kurulunda oy birliğiyle aldığı bir kararda Atatürk'ün yüzüncü doğum yılı dolayısıyla onun kişiliğini ve eserlerinin çeşitli yönlerini belirtmek amacıyla toplantı düzenlenmesi kabul edilmiştir. Bu kararda Atatürk'ün:
— UNESCO'nun çalıştığı tüm alanlarda olağanüstü inkılapçı olduğu belirtilmiştir.
— Özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı açılan savaşların ilk lideri olduğu vurgulanmıştır.
— Dünya milletleri arasında karşılıklı anlayışın ve devamlı barışın değerli öncüsü bulunduğu gerçeğine önemle işaret edilmiştir.
Nihayet bütün hayatı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen bir uyum ve iş birliği çağının doğacağına inanmış olmasına da değinilmiştir.
Hiç şüphe yoktur ki Atatürk; felsefesi ile, düşünce, davranış ve uygulamaları ile insanlık dünyasının ender yetiştirdiği komutan, devlet adamı ve inkılapçılar arasında müstesna bir yer almaktadır.
Sevgili Yurttaşlarım, Değerli Konuklar,
Atatürk, kısa süren yaşamında, eşsiz dehası ve sınırsız azmi ile milletine güvenerek ve yalnız ona dayanarak yurdumuzu istiladan kurtarmakla kalmamış, aynı zamanda onu en ileri uygarlık düzeyine yükseltecek temelleri de atmıştır.
Türk ulusu için yeni bir devir açan ve bu devre adını veren Ulu Önder 1905 yılında 24 yaşında genç bir kurmay yüzbaşı olarak ordu saflarına katıldığında, memleketin o günkü kötü gidişini görmüş, bunları değerlendirmiş ve çareler aramaya başlamıştır. Daha bu genç yaşlarda iken farklı kişiliği, kültürü, çalışkanlığı ve enerjisi ile dikkatleri üzerine çekmeye başlamıştı. Çanakkale Muharebeleri'ndeki başarıları ve Anafartalar'da kazandığı efsanevi zafer, asker yönünün dünya çapında da üne ulaşan ilk pırıltıları olmuştur.
O, Çanakkale Muharebeleri'nden sonra Kafkas, Doğu ve Suriye Cepheleri'ndeki hizmetleri sonunda bütün yurtta ve dünyada artık bir kahraman olarak tanınmış bulunuyordu.
Özellikle İstiklal Savaşı'mızda yarattığı destanlar, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın askerî alandaki dehasının kanıtları olmuştur. Sakarya Savaşı ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi, bu destanlar dizisinin son halkalarıdır.
Atatürk'e göre zafer başlı başına bir amaç değildir. O şöyle der: "Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden sonra daha büyük olan bir gayeyi elde etmek için gerekli, en belli başlı bir vasıtadır. Gaye düşüncedir. Zafer, bir fikrin elde edilişine yardımı oranında değer kazanır. Bir fikrin elde edilmesine dayanmayan bir zafer sürekli olamaz. O boş bir gayrettir. Her büyük meydan muharebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem doğmalıdır. Yoksa başlı başına zafer, boşa gitmiş bir gayret olur."
Onun içindir ki Büyük Taarruz'la gerçekleştirilen zafer, Türkiye Cumhuriyeti'ni doğurmuştur.
Atatürk'ün askerî dehası; devlet kuruculuğu, devlet adamlığı ve inkılapçı yönüyle devam eder. Bu yönleri ile de Atatürk, Komutan Atatürk kadar ünlüdür. Çağdaş yazarlar ve düşünürler, Atatürk'ün devlet adamlığını ve bu arada onun köklü reformlarını hâlâ incelemekte ve değerlendirmektedirler.
Atatürk'ün meslek olarak askerliği seçmiş olduğu göz önünde tutulacak olursa onun devlet adamlığı ve inkılapçılığı daha da önem ve değer kazanır. Atatürk'ü bu alanda hazırlayan ve yetiştiren, o dönemdeki ortam ve bu ortamı hazırlayan sebeplerdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde toplumda, devlet kuruluşlarında ve ekonomide meydana gelen büyük çöküş, doğal olarak devleti çok güçsüz bırakmıştı. Bu güçsüzlük sosyal hayatta dengesizliklere neden olduğu gibi siyasal egemenlik anlayışını da sarsmış bulunuyordu. Bu ortam içerisinde çıkış yolu arayanlar ve duruma çare bulmak isteyen çevreler ve hamiyetli kişiler de vardı. Bunlar da çeşitli düşünce akımlarına sarılmışlardı. Mustafa Kemal'in gençlik yılları işte Osmanlı İmparatorluğu'nun bu sarsıntılı döneminde oluşan olaylar arasında geçmiş ve o, bu olayların fikrî değerlendirmesiyle olgunlaşmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'nda müttefikleri ile birlikte yenilmesi ve siyasal alanda parçalanma tehlikesi ile karşılaşması, bu imparatorluk içerisindeki ana unsur olan Türklerin bağımsızlık savaşı yapmalarını zorunlu hâle getirmiş ve bu zorunluluk Türk tarihinde "Atatürk Devrimi" adıyla ortaya çıkan köklü değişiklik hareketinin de başlangıcı olmuştu. Bir taraftan dış müstevliye ve diğer taraftan içeride onunla iş birliği yolunu seçen kişi ve müesseselere karşı sürdürülen Millî Mücadele de yeni bir Türkiye Devleti'nin kurulmasıyla hukuki ve yasal temellere dayalı bir güvence sağlanmıştır.
Anadolu'nun ortasında kurulan bu devlet, yeni meclisi ve düzenli ordusuyla Türk İstiklal Savaşı'nın hem karar vericisi, hem planlayıcısı ve hem de uygulayıcısı olmuştur.
Türk İstiklal Savaşı kazanıldıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal'in devlet adamlığı bu yüce vazifeyle değil, gerçekte daha önceleri başlamıştı. O, Millî Mücadele içinde askerî harekâtla siyasal sevk ve idareyi birlikte yürütmüştü.
Atatürk'ün devlet adamlığı, onun Türkiye'nin sorunlarına eğilmesiyle, Türk halkının refahına yönelik karar ve uygulamalara başlamasıyla etkinlik kazanmıştı. Onun en yakın çalışma arkadaşı İnönü, "Atatürk'ün askerlik nitelikleri gerçekten yüksektir. Siyasi niteliklerinin daha da büyük olduğu görülür. Bu ikisi birleşince Atatürk'ün kişiliği müstesna bir ölçüye varmış oluyor." der.
Düşmanın denize dökülmesinden sonra çok çetin müzakereler sonucu imzalanan Lozan Barış Antlaşması'nın gerçekleştirilmesi ve kapitülasyonların kaldırılarak Türk ulusuna yargıda, siyasette ve ekonomide tam bağımsızlık kazandırılması, incelik isteyen devlet adamı hasletlerindendir. Kuşkulu hedefler yerine maceradan uzak bir tutumla: "Biz yaşamak ve bağımsızlık isteyen bir milletiz. Yalnız ve ancak onun için canımızı feda ederiz." diyen Mustafa Kemal, mantığa dayalı ve akılcı bir devlet adamının örneğini vermişti.
Devlet adamlarında bulunması gereken vasıfların en önemlilerinden birisi de devlet işlerinin bir plan ve programa göre yürütülmesidir. Atatürk aynı zamanda plan ve program adamıydı. O, Türk inkılaplarının başlangıç yıllarında 1932'de Ankara'da yaptığı bir konuşmada, "Çalışmalarımız yıllarca takip ve tatbik edilecek bir programa dayanmadıkça başarısızlığa mahkûmdur. Objektif olduğu kadar milletimizin acil ihtiyaçlarına çare bulacak bir programa dayanmayan ıslahat teşebbüsleri, şahsi ve keyfi olmaktan kurtulamaz." diyen Atatürk, kalkınmanın bir plana göre düzenlenmesini ve halk tarafından benimsenmesini önemle işaret eder. O, gücünü daima halktan alan bir devlet adamıydı.
Atatürk; dünyada "Kemalizm", "Atatürkçülük" veya "Türk İnkılabı" olarak tanınmış sosyal ve siyasal hareketi yönlendirmede ortaya yeni ilkeler atmış ve kaynağını hayat gerçeğinden alan uygulamalarda bulunmuştur. Bu uygulamalardan bazıları onun sağlığında gerçekleşmiş, bazıları da bir amaç veya hedef olarak belirtilmiştir. Bunlar, "Atatürk İlkeleri" olarak yeni Türkiye Devleti'nin, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini oluşturur.
Türk inkılabının başlangıcında, sürdürülen bağımsızlık savaşıyla Türk yurdunun düşman işgali altından kurtarılışını izleyen günlerde Atatürk, bundan sonra asıl içimizde bulunan düşmanla edilmesi gerektiğini belirtmişti. Bu düşman içimizde, düşünce tarzımızda, tutum ve davranışlarımızdaydı. Atatürk, düşmandan kurtarılmış bir toprak üzerinde, yoksulluk ve çaresizlik içerisinde kıvranan bir ulusu çağdaş uluslar düzeyine çıkarıp mutlu, zengin ve rahat bir yaşam şekline kavuşturmayı amaçlamıştı. Sosyal alanda hurafelerle ve gerçek dışı din anlayışıyla geri kalmış, sanayiden yoksun, ekonomisi mahvolmuş bir toplum ancak köklü reformlarla değiştirilebilirdi.
Türk milletinin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabilmesi, onun ilkelerinde belirtilen hedeflere varılabilmesi ancak inkılapçı bir ruh ve tutumla gerçekleştirilebilirdi.
Atatürk'ün koyduğu ilkeler; belli bir kalıba sokulmaya veya dondurulmaya tabi tutulmadan, hayat gerçeğinden alınmış ve zamanın gerçeklerine göre yine inkılapçı bir anlayışla kendi yönlerinde geliştirilmesi gereken prensiplerdir. Ulusal bağımsızlık, ulusal egemenlik, cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, çağdaşlaşma, inkılapçılık gibi ana ilkeler Türk inkılabının temelleridir.
Uluslar, dünya ulusları arasında kendilerini, devletler hukukunun verdiği hak ve yetkiyle, siyasal yönden bağımsızlık sahibi olmakla kanıtlarlar. Atatürk bu durumu daha 1919'da Samsun'a çıktığında, "ulusal egemenliğe dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türkiye Devleti kurmak" parolası ile açıklamış ve bu yolda milleti seferber ederek bunu azimle yerine getirmiştir. Atatürk'ün millî egemenlik ve halkçılık ilkeleriyle bağlantılı olan cumhuriyetçilik ilkesi, Türk siyasal yaşamında demokrasiye yönelişin ve hazırlanışın bir işaretidir. Atatürk şöyle der: "Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve mantıki uygulamasını sağlayan hükûmet şekli cumhuriyettir."
Atatürk bir milliyetçiydi. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı bencil değildir. Irkçı değildir. Dağıtıcı değil, toplayıcı ve bütünleştiricidir. Onun milliyetçiliği; kaderde, kıvançta, tasada bir olmanın mutluluğundan doğan yepyeni ve gerçekçi Türk milliyetçiliğidir.
Atatürk'ün halkçılık ilkesini de bu görüş açısından ele almak lazımdır. Çünkü o, halkı, ne ulus içinde ayrı ayrı sınıf ve gruplar ne de egemen bir gücün yönettiği kitle olarak kabul etmiştir. Halk, büyük kurtarıcımızın, "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir." sözü ile belirlediği gibi ulusumuzun doğrudan doğruya kendisi, sınıfsız ve ayrıcalıksız, kaynaşmış bir kitle olarak tümüdür. Halkçılık ilkesi de her şey halk için, halkla beraber anlayışı ile bu bütüne yönelik bulunmaktadır.
Atatürk'ün devletçilik ilkesi, Türkiye'nin gerçeklerinden esinlenen bir tutumun ifadesi olarak kabul edilebilir. Bu ilke, ekonomide Türkiye'nin koşullarına uygun bir ekonomi politikası olarak anlaşılmalıdır. Türk halkının ihtiyaçlarını karşılamayı esas alan bu ilkede Atatürk az zamanda milleti refaha, ülkeyi bayındırlığa götürecek seçmeler yapmış ve sosyal adalete yer vermiştir.
Atatürk, Türk inkılabını laik temeller üzerine oturtmayı amaçlamıştı. Türk toplumu çağdaş uygarlığa ulaşmak için atılımlar yapmak zorundaydı. Bu nedenle laikliği temel ilkeler arasına özenle oturtmuştu. Laikliğin düşünce ve tutumda yerleşmesi hem ilericilik hem de demokratik yaşam felsefesine uygundur. Atatürk 1925'te, "Efendiler ve Ey Millet, iyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru ve gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin emir ve istediğini yapmak, insan olmak için yeter." demişti.
Laiklik, dinsizlik demek değildir. Laiklik vicdan özgürlüğüdür. Laiklik, dinin devlet işlerindeki sınırının çizilmesidir. Atatürk'e göre İslam dini akla, bilime ve fenne uygundur. Atatürk 1923'lerde, "Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, fenne, bilime, mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uyar." demiştir.
Atatürk'ün laiklik ilkesinde dinin siyaset aracı olarak kullanılması akıl ve mantık dışıdır.
Atatürk, inkılapçılık ilkesini de katmakla felsefesini, bazı dinî, siyasi ve felsefi kuramlarda olduğu gibi katı ve dar bir çerçeve içinde kalmaktan kurtarmış, değişme ve gelişmeyi reddeden tutucu komünizm, faşizm, Nazizm gibi rejimlerin aksine olumlu ve sosyal yapıya uygun her türlü yeniliğe açık bırakmıştır.
Bununla beraber bu özelliğinden yararlanarak onu aşırı sağa veya sola çekebilmek, ilkeleri arasında kurulmuş çok hassas denge dolayısıyla asla mümkün değildir. Böyle bir girişim, Atatürkçülüğü ya hiç anlamamak veya basit çıkarlar uğruna bilerek saptırmaya çalışmak ve sömürmek olur.
Atatürk çağdaşlaşmayı Türk inkılabının baş amacı olarak ele almıştır. Temelsiz tutum ve davranışlardan uzak, rastlantılara yer vermeyen ve yaşam felsefesini bilime ve bilimin uygulaması olan teknolojiye dayanan bu ilke, çağdaşlaşmanın esası ve özüdür. Türk milleti ancak bu yolla çağdaş uluslar arasında saygın bir yere sahip olabilir. Atatürk'ün özlemi böyle bir tutumdur. O, bütün icraatında bilimi öncü ve yol gösterici kabul etmiştir. Türk milleti için kurtuluş yolu, geri kalmışlıktan kurtulma ancak bilim ve teknik yolu olabilir.
Atatürk'ü evrenselleştiren en önemli görüş onun insan sevgisi ve insanlık ülküsüdür. Atatürk, milleti ile övünür, ona gurur ve güvenle bakar. Diğer yandan, "Bizimle iş birliği eden bütün milletlere saygı ve ilgi gösterileceğini, onların milliyetçiliğinin bütün gereklerinin tanınacağını" ifade ederek, "Bizim milliyetçiliğimiz bencilce ve mağrurca bir milliyetçilik değildir." der.
Atatürk, dünya insanlığını bir bütün olarak görür ve Türk milletinin varlığı ve mutluluğu kadar bütün dünya milletlerinin barış içinde mutluluğuna hizmet etmeye elinden geldiği kadar çalışmıştır.
Sevgili Vatandaşlarım,
Türk ulusu, yaşamının en büyük talihini Ulu Önder Atatürk'ü kendisine bahşeden Tanrı lütfuna borçludur.
Karanlık günlerinin acıları içinde özlemle beklediği aydınlığı o getirmiş, gelişme ve güçlenmesi için en doğru yolu o göstermiştir.
Onun, uygarlığa açık, pratik ve gerçekçi yapılarıyla sonsuza kadar uygulanabilme yeteneğine sahip ilkeleri, bizleri bugün de her türlü bunalım ve engeli aşarak zafere ve Atatürk idealine götürecek güçtedir.
Bu nedenledir ki ulusumuz onun çizdiği yoldan asla ayrılmayacak, ondan başkasına inanmayacak, ilkelerini ve eserlerini daima bu azim ve inançla yaşatacak ve koruyacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke bütünlüğünü ve güvenliğini kişisel çıkarlarına feda etmeye kalkışan bir kısım vatan hainleriyle aldatılmış zavallıların dışında, tüm ulusumuzun yürekten katıldığı ve desteklediği 12 Eylül 1980 Harekâtı'nı da bu anlayıştan aldığı güçle gerçekleştirmiştir.
Devlet ve yasaların egemenliğini yeniden tesis etmek, anarşi ve terörle etkisiz hâle getirilen demokrasiye ve kurumlarına tekrar işlerlik kazandırmak, ulusuna hakkı olan güven ve mutluluğu verebilmekten başka bir amacı olmayan bu tarihî görevini de aynı anlayışın bilinci içinde, yalnızca beklenen gaye elde edilinceye kadar, hiçbir iç ve dış baskıya boyun eğmeden sürdürecektir.
Çünkü gerçek demokrasi, herkesin istediğini yapması değil, halk adına, halkın mutluluğu için halkın istediği ve güvendiği yönetimin uygulanmasıdır.
Millî Güvenlik Konseyi Yönetimi, devletin mevcudiyetinin ve cumhuriyet yönetiminin gereği olduğu hâlde bugüne kadar yapılmamış iş ve işlerle alınmamış önlemleri ve bu maksatla zaruri görülen yasal düzenlemeleri süratle tamamlayabilmeye çalışmaktadır. Ülkemiz, yılların birikimi olan aksaklık ve eksikliklerin hiçbir çıkar ve yan gözetilmeden giderilmesini müteakip cumhuriyete ve Atatürk ilkelerine sadık bir yönetime devir ve emanet edilecektir.
Atatürk Yılı, bu konuda büyük bir inanç ve heyecanla sarf edilmekte olan çabalara, bu müstesna rastlantı, yeni bir anlam ve ayrı bir güç katacak, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceğine uzanan hızlı bir kalkınma köprüsü ve yaşamında yepyeni ve mutlu bir çağın müjdecisi olacaktır.
Türk ulusu böylece, kökeni nerede olursa olsun, yoluna çıkarılacak tüm engelleri süratle aşarak Yüce Atatürk'ün gösterdiği doğrultuda ilerlemesine devam ederek çağdaş uygarlık düzeyindeki yerini başarıyla koruyacaktır.
Aziz Vatandaşlarım, Değerli Konuklar,
Atatürk'ün yüzyılında yaşamak mazhariyetine sahip bulunan kuşağımız, onun ilk yüzüncü doğum yılını bu mazhariyetin gururu ile kutlamaya hazırlanmaktadır.
1981 yılında o en büyük Türk'ü bugünün dünyasına anlatmak; ilkelerini, devrimlerini ve eserlerini tanıtmak üzere yurt içinde ve dışında yoğun kültür ve sanat hareketleri, sportif temaslar, basın ve yayın faaliyeti planlanmış bulunmaktadır.
Atatürk Yılı, aynı zamanda, Atatürk sevgisine yönelik ve ülkenin gelişmesine yararlı birçok bilimsel faaliyet ve yatırımların da başlatıldığı hareketli bir yıl olacak ve bundan sonraki yılların atılımlarına yeni bir hız ve taze bir kuvvet katacaktır.
Özellikle gelişme yolunda gerçekleştirilecek bu kararlı ve geniş adımlar, ülkesi için en büyük emeli "çağdaş uygarlık düzeyini aşmak" olan ve ulusu için yüreğinde daima bu sarsılmaz inancı taşımış bulunan Aziz Atatürk'ün ruhunu şad edecek en değerli armağanlar olacaktır.
O, bugüne kadar her zaman bizlerle oldu; gelişen, kalkınan, yükselen Türkiye'nin gurur ve kıvancında da yine daima bizlerle olacak ve engin yurt sevgisinin meşalesi ile yolumuzu aydınlık tutacaktır.
Ülkemiz Atatürk'ün vatanı, toplumumuz Atatürk'ün ulusu olmanın onurunu taşımaktadır. Her atılımda onun ilkeleri, yurdun her köşesinde onun eserleri vardır. Bu mazhariyet, varlığımız için her türlü tehdidin karşısında en kudretli silahımız, uygarlık yolunda en güvenilir rehberimiz olacaktır.
Yeniden hayat verdiği bu asil ve kahraman ulus, onu hiçbir zaman ve asla unutmayacak, eserlerine yenilerini katarak ve ilkelerini amacına götürerek kalplerde yanan sevgisini engin minnet ve şükran duygularıyla sonsuza kadar yaşatacaktır.
Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılını bütün Türk milleti ve tüm insanlıkla beraber kutlarken onu, geçmişten geleceğe uzanan iftihar ve şükran duyguları ile bugünün sevinç ve heyecanı içinde ve nihayet yarınlar için beslediğimiz ümit ve güven hisleriyle anıyoruz. Türk milleti olarak sonsuzluğa doğru akıp gidecek yüzyıllar boyunca ülkemizi ve milletimizi gittikçe daha güçlü, daha mutlu ve onun ülkü ve inançlarına daha layık olabilme şartları içinde görmenin, eserlerini ebediyen yaşatmanın sarsılmaz azim ve kararı içindeyiz.
Atatürk Yılı'nın ülkemize ve dünyaya barış ve mutluluk getirmesini tekrar dilerken Aziz ve Ulu Önder'imizin manevi huzurunda saygı ile eğilir, hepinizi sevgi ile selamlarım.

Hakkında söylenenler

[değiştir]
  • Genelkurmay Başkanımızın ulusal savaş sanayisi için söylediği sözleri de anımsıyoruz. Orgeneral Evren, silah ambargosuna karşı takındığı tavırla gerçek yurtseverliğin, Atatürkçülüğün ve üstüne basa basa yazıyorum, gerçek "milliyetçiliğin" gereğini yerine getirmiştir.[9] Uğur Mumcu
  • "Bu ülke bizim, bu topraklar bizim, göklerimizde uçacak uçaklara ancak biz izin veririz." diyen gür ses, Kurtuluş Savaşı'mızın onurlu anılarıyla yankılanmıştır. Çoktandır özlenen davranış, bu davranıştır. Orgeneral Evren, bu açıklamasıyla, unutturulan ve türlü gerekçelerle savunulması neredeyse suç sayılan tam bağımsızlık inancını, "Kuvayımilliye ruhu"nu tazelemiştir. Orgeneral Evren'i inançla, kıvançla, onurla kutluyor ve selamlıyoruz.[9] Uğur Mumcu
  • Devlet Başkanı Orgeneral Sayın Evren'in Kahramanmaraş'ta mezhep ayrılığı konularına değinmesi, bu ayrımcılığın yarattığı ve yaratacağı sonuçları vurgulaması son derece yararlı olmuştur.[10] Uğur Mumcu
  • Yönetim bu konularda gerçekten duyarlı davranıyor. Geçmiş dönemlerde Bakanlarla ilgili yolsuzluk dosyalarını hemen komisyonlara gönderdiği gibi, kendi yönetimindeki bir eski Bakan hakkında kovuşturmaya geçmekte hiç duraksamıyor. Bu anlayışın gelecek yönetimler tarafından da benimsenmesi en içten dileğimizdir. Demek oluyor ki, haklarında yolsuzluk, rüşvet ya da Kocatopçu gibi «görevi kötüye kullanma» iddiaları bulunanlar, Devlet Başkanı Evren'in Bursa konuşmasında değindiği gibi «kim olurlarsa olsunlar» kovuşturulacaklardır.[11] Uğur Mumcu
  • Orgeneral Evren'in böyle müdahalelere hiç yatkın olmadığını, hiçbir zaman arzulamadığını bizzat biliyorum. Defaatle konuştum kendisiyle. Her seferinde bütün iyi niyetiyle ülke için gerekli gördüklerini yetkili kesimlerin sağlamasından yana olduğunu içi yanarak anlatmış, sonuç alınamamasından duyduğu üzüntüyü dile getirmişti. Nihayet Evren Paşa ordunun başıdır ve ordu, geleneksel Atatürkçülüğe bağlı bir güç olduğu için bir gün "yapılamayanları yapmak zorunda" kalabilirdi. Bu zorunluluk 12 Eylül günü ve gecesi gerçekleşti.[12] Cüneyt Arcayürek
  • Evren Paşa, Atatürkçülüğe önem vermekten öte "tutkun, sevdalı" bir insan. Ülkemizin tek kurtuluş yolunun Atatürkçülükten geçtiğini toplumlara karşı yaptığı konuşmalarda olduğu gibi özel sohbetlerinde de uzun uzun anlatıyor. Evren'e göre kuru kuruya, gösterişte Atatürkçülük olmaz. Onu tanımalı, anlamalı, bilmeli, iyice öğrenmeli...[13] Bekir Coşkun
  • Gerçekten Evren, Türkiye'yi bir iç savaşın eşiğinden kurtaran, devleti bütün kurumlarıyla yeniden kuran 12 Eylül gerçeğinin sembolüdür. Özel ağırlığı olan tarihî bir isimdir. Bunun böyle olduğunun açık ve tartışmasız kanıtı ise son anayasa oylaması sonucudur.[14] Güneri Cıvaoğlu
  • Bugün huzur içinde yaşıyorsak, korkmadan sokağa çıkabiliyorsak bunu Sayın Cumhurbaşkanımız Kenan Evren'e borçluyuz. Kendilerini çok seviyor ve saygı duyuyorum. O, bu milletin ikinci Atatürk'üdür. Hepimiz ona öyle çok şey borçluyuz ki...[15] Nejat Uygur
  • Türk Silahlı Kuvvetleri Mehmetçik Vakfı, Vakfın kurucuları olan beş büyük komutana çok şey borçludur. Türkiye'nin o sıkıntılı günlerinde zaman ayırıp bizi dinlediler, içten duygularla seve seve kurucu üyeliğin her türlü sorumluluğunu yüklendiler. Ölenlere Allah'tan rahmet diliyor, 17'nci Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Kenan Evren'e ve Hava Kuvvetleri Komutanı Emekli Orgeneral Tahsin Şahinkaya'ya da Mehmetçik adına saygı ve şükranlarımı sunuyorum.[16] Zekâi Doğanay
  • Kenan Evren'in yaptığı her şeyi tasvip ediyorum. Evet, istisnasız. Her yaptığını onaylıyorum kardeşim. Ben çünkü 12 Eylül sürecini yaşadım.[17] Celâl Şengör
  • Kenan Evren demokrasi düşmanı değildi. Kenan Evren'in ve arkadaşlarının yaptığı müdahale, demokrasiyi kurtarmak için yapılan müdahaleydi. O günleri yaşamış normal vatandaşa sorarsanız hepsi, "İyi ki oldu." diyor 12 Eylül için. Ben 12 Eylül gününü hatırlıyorum. O gün öğleden sonra sokağa çıkma yasağı kalktı. Vatandaşlar sokakta gördükleri askerlere sarılıyorlardı.[18] Celâl Şengör
  • Bir zamanlar tapıyorlardı Kenan Paşa’ya. Herkes bayram etmişti darbe oldu diye. Her gün insanlar öldürülüyordu. O sayede öyle bir ortamdan normal ortama geri döndük. Evet, Celâl Bey cenazeye çelenk gönderdi, müteşekkir olduğunu ifade etti. Herkes böyle yapmalıydı. Herkes o günleri neden unuttu, ben onu anlamıyorum. Durup dururken yapılmış bir darbe değildi. Kimse darbe olmasını istemez ama gerekiyordu ki yapıldı. Bir şeylerin yapılması gerekiyordu. Normal yaşam kalmamıştı. Hepimiz korku, tehlike içinde yaşıyorduk.[19] Oya Şengör
  • Ben Kenan Paşa'nın özel kalem müdürüydüm. İftihar ederim. Kenan Paşa vatansever; devletini, milletini seven müthiş bir aile babasıydı. Çok şey öğrendik kendisinden.[20] Çevik Bir
  • Köşkte görevli Ümit yüzü beyazlamış bir hâlde odama geldi. "Albayım ben mahvoldum, ne yapacağım?" dedi. "Hayırdır Ümit, ne oldu?" diye sorduğumda, "Evren Paşa'm öğlen yediği yemeğin yarısını ayırmıştı, kalanının akşama getirilmesini istemişti. Ben de unuttum, kalan yemeği döktüm. Paşa'm biraz önce yemeği getirmemi söyledi. Şimdi ben ne yapacağım?" diye kıvranıyordu. Ben yakındaki bir lokantayı arayıp aynı yemekten yarım porsiyon getirttim ve Ümit'i rahatlattım. Rahmetli, cumhurbaşkanlığı makamına oturduğu tarihten ayrıldığı güne kadar günlük yemek paralarını hep kendi cebinden ödedi.[21] Sedat Özdemir

Kaynakça

[değiştir]
  1. Kenan Evren'in Anıları 1 https://www.scribd.com/document/435785485/Kenan-Evren-Kenan-Evren-in-An%C4%B1lar%C4%B1-1
  2. Kenan Evren'in Anıları 2 https://www.scribd.com/document/435785874/Kenan-Evren-Kenan-Evren-in-An%C4%B1lar%C4%B1-2
  3. 3,0 3,1 3,2 Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in İstanbul Konuşması (4 Kasım 1982) https://www.youtube.com/watch?v=MU04WcsUhlE
  4. Çapraz Ateş: Kenan Evren-Bülent Ecevit https://www.youtube.com/watch?v=tu6vvyz_C54
  5. 5,0 5,1 5,2 Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in Veda Konuşması (8 Kasım 1989) https://www.youtube.com/watch?v=dRmyp4z7PeU
  6. Turhan Feyzioğlu Belgesel Filmi https://www.youtube.com/watch?v=vceouRdCBbM
  7. 7,0 7,1 Cumhurbaşkanlarımız Belgeseli: Kenan Evren https://www.tccb.gov.tr/cumhurbaskanlarimiz/kenan_evren/
  8. Genelkurmay ve Millî Güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in 12 Eylül 1980 Günü Canlı Yayında Yaptığı Konuşma https://www.youtube.com/watch?v=z8dpLWyX9hg&ab_channel=ufukM%C4%B1s%C4%B1rl%C4%B1o%C4%9Flu
  9. 9,0 9,1 Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 25 Haziran 1979
  10. Uğur Mumcu, Cumhuriyet 20 Ocak 1981
  11. Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 2 Mayıs 1982
  12. Cüneyt Arcayürek, Hürriyet, 14 Eylül 1980
  13. Bekir Coşkun, Günaydın, 20 Ocak 1981
  14. Güneri Cıvaoğlu, Güneş, 6 Mayıs 1983
  15. Nejat Uygur, Hafta Sonu, 13 Mart 1987
  16. Mehmetçik Vakfı 30. Yıl Özel Yayını https://www.mehmetcik.org.tr/site/assets/files/1368/30-yil-ozel-yayini.pdf
  17. Celâl Şengör'ün Açıklamaları: https://t24.com.tr/haber/jeoloji-profesoru-sengor-kenan-evrenin-12-eylulde-yaptigi-her-seyi-onayliyorum-insanlara-diski-yedirmek-iskence-degil,317530
  18. Celâl Şengör'ün Açıklamaları: https://www.youtube.com/watch?v=Ql1bAVVxFBY
  19. Oya Şengör'ün Açıklamaları: https://www.hurriyet.com.tr/gundem/kenan-evrenin-cenazesinde-ilginc-celenk-28985055
  20. Çevik Bir'in Açıklamaları: https://www.milliyet.com.tr/gundem/gulen-tehlikesini-ilk-tsk-tespit-etti-2177490
  21. Saygı Öztürk'ün Yazısı: https://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/saygi-ozturk/dunyanin-en-zengin-generali-1248380/