Tüm erdemlerin temel özelliği, yükselme yolunda sürekli bir çaba, bizzat kendinle cenkleşme, daha büyük ve derin bir saflığa, bilgeliğe, iyilik ve sevgiye yönelik doymak bilmez bir istek.
Sosyalizm köklerini Amerika'da bulamaz; çünkü fakirler burada kendilerini sömürülen bir sınıf olarak değil, geçici olarak sıkıntı yaşayan milyonerler olarak görmektedir.
İnsan yalnızca farkına vardığı şeylerden sorumlu olsaydı, alıklar her türlü hatadan peşin peşin arınmış olurlardı. Ancak azizim, insan bilmekle yükümlüdür. İnsan bilgisizliğinden sorumludur. Bilgisizlik bir hatadır.
Nietzche gibi biri bugünkü sefaleti bir kuşaktan çok daha fazla süre önce yaşamak zorunda kaldı; onun tek başına hiç anlaşılmadan yaşadığını bugün binlerce insan yaşamakta.
Bir şeye sırf kulaktan duydunuz diye körü körüne inanmayın, birkaç kuşaktan beri itibar görüyorlar diye, geleneklerin de doğru olduğuna inanmayın. Sırf hocalarınızın ya da rahiplerin otoritesine dayanıyor diye hiçbir şeye inanmayın. Ancak bizzat hissettiğiniz, denediğiniz ve doğru olarak kabul ettiğiniz, kendinizin ve başkalarının hayrına olan şeylere inanın ve tutumunuzu onlara uydurun.
Neyse ki akış, dünyada kodlanabilen tek şeydir de. Unutmayalım ki, fikirler akışlardır: Herakleitos “aynı nehre bir kez daha giremeyiz” demesinin ardından ekliyordu: “üstümüze başka başka sular geldikçe, hem biziz, hem değiliz.” Sorunun bir zaman sorunu olmasından çok, bir akış sorunu olduğu besbellidir. Yine unutmayalım ki, arzular akışlardır; davranışlar akışlardır; zaman ve olaylar akıp geçerler.
Tarih aslında, insanlığın "suçlarının, çılgınlıklarının ve felaketlerinin" kaydından pek fazla bir şey değildir; ama tecrübenin bize öğrettiği odur ki, halklar ve devletler tarihten asla bir şey öğrenmemişlerdir
Sokrat’a baldıran otu zehri içirenleri değil, onun düşüncelerini hatırlıyoruz. Yakılan, hapse tıkılan Giordano Bruno’ları, Galileo’ları, Seyid Nesimi’leri biliyoruz hepimiz, dönemin krallarını, iktidarlarını değil.
Senato dairesi, Hükümet Meclisi'ndeki en güzel mekan değil, ama bununla beraber heybetli. (...) Bazen dairede dururken Paul Douglas ya da Hubert Humphrey'i bu masalardan birinde, sivil haklar anayasasının kabul edilmesini tekrar söylerken ya da birkaç masa yukarıdan Joe McCarthy'i isimleri söylemek için listelere hızlıca göz gezdirirken ya da LBJ'yi koridorlarda klapaları kavrayarak ve oyları toplayarak etrafı kolaçan ederken hayal edebiliyorum. Bazen, bir zamanlar Daniel Webster'ın oturduğu masanın orada geziniyorum ve hıncahıç galeri ve meslektaşları önünde ayaklanırken, gürültülü bir şekilde federal ayrılmaya karşı birleşmeyi savunurken gözlerinin alevlendiğini hayal ediyorum.
Bu dünyada herkese yer var ve dünya zengin ve herkese bakabilir. Yaşam özgür ve güzel olabilir. Ama yolumuzu kaybettik. Açgözlülük ruhumuzu zehirledi ve dünyaya nefret barikatı kurdu; bizi üzüntü ve kan gölünde boğdu. Hızlandık ama kendi içimize kapandık. Bize zenginlikler veren makinalar bizi daha çoğuna aç bıraktı. Bilimimiz bizi alaycı yaptı, zekâmız sert ve kaba. Çok düşünüp az hissediyoruz. Makinalardan çok insanlığa ihtiyacımız var. Zekâdan çok iyilik ve nezakete ihtiyacımız var. Bu vasıflar olmadan hayat vahşet olur ve her şeyde kayıp.