Ahmet Hamdi Tanpınar
Görünüm
Ahmet Hamdi Tanpınar | |
---|---|
Türk yazar ve şair | |
Doğum tarihi | 23 Haziran 1901 |
Doğum yeri | İstanbul |
Ölüm tarihi | 24 Ocak 1962 |
Ölüm yeri | İstanbul |
Vikipedi maddesi Vikiveri öğesi |
Eserleri
[değiştir]Beş Şehir (1946)
[değiştir]- Mazi daima mevcuttur. Kendimiz olarak yaşayabilmek için, onunla her an hesaplaşmaya ve anlaşmaya mecburuz.
- Beş Şehir'in asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır[1].
Ankara
[değiştir]- Ankara Kalesi bu akşam saatinde bana bir milletin, tarihinin ne kadar uzun olursa olsun, birkaç vak'anın etrafında dönüp dolaştığı, birkaç büyük ve mübarek rüyaya, yaratıcı hamlenin ta kendisi olan bir imanın devamına bağlı olduğunu bir kere daha öğretti.
Erzurum
[değiştir]- Bu kapalı kış aylarının beslediği sohbet yüzünden hemen her Erzurumlu biraz nükteci, biraz hicivcidir.
- Tiyatroda nasıl boş sahnede dekorun oyaladığı seyirci, söz başlar başlamaz bütün o teferruatı görmez olursa, ben de öylece insan ıstırabı karşısında tabiat güzelliğine kayıtsızdım, yabancıydım.
- İnsan kaderinin büyük taraflarından biri de, bugün attığı adımın kendisini nereye götüreceğini bilmemesidir. Bakî’nin Fatih Camii’nde fakir bir müezzin olan babası, oğlunun Türkçeyi kendi adına fethedeceğini, sözün ebedî saltanatını kuracağını; Nedim’in anası Türkçenin ikliminde oğlunun bir bahar rüzgârı gibi güleceğini, onun geçtiği yerlerde bülbül şakımasının kesilmeyeceğini, ağzından çıkan her sözün ebedîliğin bir köşesinde bir erguvan gibi kanacağını biliyorlar mıydı?
- Hemen herkesin yalnız kendisinin anlatabileceği bir hikâyesi vardı. Hemen herkes birkaç kişiye ağlıyor ve âkıbetini hâlâ bilmediği bir sevdiğini bekliyordu.
- Hiçbir şey kendi alın teri kadar bir insanı tatmin edemez. Çalışan insan kendi varlığında hüküm süren bir âhengi bütün kainata nakleder. Hayatın biricik nizamı bu ahengin kendisi olmalıdır.
Konya
[değiştir]- Konya bozkırın tam çocuğudur. Onun gibi kendini gizleyen bir güzelliği vardır. Bozkır kendine bir serap çeşnisi vermekten hoşlanır. Konya’ya hangi yoldan girerseniz girin sizi bu serap vehmi karşılar. Çok arızalı bir arazinin arasından ufka daima bir ışık oyunu, bir rüya gibi takılır. Serin gölgeleri ve çeşmeleri susuzluğunuza uzaktan gülen bu rüya, yolun her dirseğinde siline kaybola büyür, genişler ve sonunda kendinizi Selçuk sultanlarının şehrinde bulursunuz.[2]
Bursa
[değiştir]- Gördüğüm şehirler içinde Bursa kadar muayyen bir devrin malı olan bir başkasını hatırlamıyorum. Fetihten 1453 senesine kadar geçen 130 sene, sade baştan başa ve iliklerine kadar bir Türk şehri olmasına yetmemiş, aynı zamanda onun manevi çehresini gelecek zaman için hiç değişmeyecek şekilde tespit etmiştir. Bursa, Türk ruhunun en halis ölçülerine kendiliğinden sahiptir, denebilir.[2]
- İslam ulemasının ve şeyhlerinin tarihteki rolü kadar tezatlı hiçbir şey yoktur. Bir taraftan fitneyi ortadan kaldırmak veya ona yol vermemek için en çetin istibdatlara razı olurlar. Diğer taraftan da cezbeleri tutunca en olmayacak zamanda hakikatleri söyleyerek sözün ayağa düşmesine ve fitne kapılarının ardına kadar açılmasına sebep olurlar.
- Ben hayatın susan ve değişmeyen kardeşiyim. Vazifesini hakkıyla yapan fâninin alnına bir sükûn ve sükûnet çelengi gibi uzanırım.
- Türkçede Ş ve L harfleri daima en güzel terkipler yapar. Yeşil dediğimiz zaman adeta bir çimen tazeliğini, bir palet üzerinde ezilmiş bir renk gibi, günün ve saatin bir tarafında bir bahar müjdesiyle toplanmış buluruz.
- Bütün hilkat, geniş ve eşsiz kudretinde canı sıkılan bir tanrının kendi kendini eğlendirmek için icat ettiği bir oyundur.
İstanbul
[değiştir]- İstanbul sadece abide ve abidemsi eserlerin bol olduğu bir şehir değildir. Şehrin tabiatı bu eserlerin görünmesine ayrıca yardım eder. İstanbul her süsün, her kumaşın kendisine yaraştığı, ayrı ayrı hususiyetlerini açtığı o cömert yaratılışlı güzellere benzer.
- Kanunî’nin tahta çıktığı senelerde İstanbul, camiî, han, hamam, medrese, büyük saray, evliya türbeleri ve çeşmeleriyle tam bir Türk şehri idi. Yalnız bize ait olan bu manzaranın şimdi deha ile tamamlanması, bu gelişmeyi bir infilâk hâline getirmesi lâzımdı. İşte Sinan bunu yapar.[2]
- İstanbul, ya hiç sevilmez; yahut çok sevilmiş bir kadın gibi sevilir; yani her haline, her hususiyetine ayrı bir dikkatle, çıldırarak.
- Her İstanbullu Boğaziçi'nde sabahın başka semtlerinden büsbütün ayrı bir lezzet olduğunu, Çamlıca tepelerinden akşam saatlerinde İstanbul'da ışıkların yanmasını seyretmenin insanın içini başka türlü bir hüzünle doldurduğunu bilir.
- Çünkü sanat da aşk gibidir; kandırmaz, susatır.[2]
- En büyük meselemiz budur; mazi ile nerede ve nasıl bağlanacağız, hepimiz bir şuur ve benlik buhranının çocuklarıyız, hepimiz Hamlet'ten daha keskin bir "olmak veya olmamak" davası içinde yaşıyoruz. Onu benimsedikçe hayatımıza ve eserimize daha yakından sahip olacağız. Belki de sadece aramak ve bütün kapıları çalmak kafidir.
- Unutmayalım ki Bursa ve İstanbul, eskiler için Mekke ve Medine kadar mübarek şehirlerdir.
- İstanbul daima fakiri bol bir memleketti.
- Üstüne eğildikleri Kur'an sayfalarının aydınlığını benimseyen ve ferdî çizgilerini böylece onda erittikleri yüzleri, bize artık bir insan yerine iyi tezhip edilmiş bir Fatiha gibi ilhamlı ve rahmanî görünen bu insanlar, eski medeniyetimizin belki en güzel ve en iyi taraflarıydı.
- "Riyakâr insanların bazı iyilikleri bulunduğunu şimdi anladım." ... "Halk riyayı seviyor, mürâi olmayandan ne korkuyor, ne de utanıyor. Onun için başlangıçta yüz vermediğimiz bazı mürâileri sonunda yüksek vazifelere getirmeye mecbur kıldık."
- Bir ağacın ölümü, büyük bir mimarî eserin kaybı gibi bir şeydir.
Huzur (1949)
[değiştir]- Değişmeyecek olan, hayata şekil veren, ona bizim damgamızı basan şeylerdir [3].
- Mesuliyetini taşıyacağın fikrin adamı ol! Onu kendi uzviyetinde bir ağaç gibi yetiştir. Onun etrafında bir bahçıvan gibi sabırlı ve dikkatli çalış! [4]
- Bir taraftan iyi kötü bir tekniği almağa, onun adamı olmağa çalışıyoruz. Onun zihniyetini benimserken zaruri olarak eski kıymetleri atıyoruz. Muaşeret şeklimizi değiştiriyoruz. Diğer taraftan istiyoruz ki, eskiyi unutmayalım! Bugünkü realite-lerimizde bu eskinin yeri nedir?[5].
- Kendimizi sevmiyoruz. Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede’yi, Wagner olmadığı için, Yunus’u, Verlaine, Bâki’yi, Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz. Uçsuz bucaksız Asya’nın o kadar zenginliği içinde, dünyanın en iyi giyinmiş milleti olduğumuz halde çırçıplak yaşıyoruz. Coğrafya, kültür, her şey bizden bir yeni terkip bekliyor; biz misyonlarımızın farkında değiliz. Başka milletlerin tecrübesini yaşamağa çalışıyoruz [6].
- Memleketimizde zihnî bir tembellik var. Bir safsata gibi görünecek ama ıstırabsız ve meselesiz yaşıyoruz. Eğer kitap bu tembelliği silmeye yardım ederse mesûd olurum (Huzur üzerine yapılan bir söyleşide kitabın yazılış amacını açıklar).[7]
- Vücutlarımız, birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir. Asıl mesele, birbirimize hayatlarımızı verebilmektir. Baştan aşağıya, sadece bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip oradan tek bir ruh olarak çıkabilmektir.
- Düşünce, sanat, yaşama aşkı, hepsi sende toplandı. Hepsi, senin hüvviyetinde birleşti. Senin dışında düşünememek hastalığına müptelâyım.
- Her düşüşün altında bir başkası vardır. Ve herkes kendinin mezarıdır.
- Kim bilir? Belki de bazı kapıların bize kapalı görünmesi, önünde değil, arkasında bulunduğumuz içindir.
- Kendi kendime biz gurbetin insanlarıyız diyorum. Mesafelerin terbiye ettiği insanlar...
- Vatan ve millet, vatan ve millet oldukları için sevilir. Bir din, din olarak münakaşa edilir, ret veya kabul edilir.Yoksa, hayatımıza getireceği kolaylıklar için değil.
- Haksızlığı her kabul ediş, daha büyüğünü doğuruyor.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1962)
[değiştir]- Ben aşktan daima kaçtım. Hiç sevmedim. Belki bir eksiğim oldu. Fakat rahatım. Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde... Fakat daima ödersiniz... Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz.[8]
- Dinlemesini biliyorsun, ki bu mühim bir meziyettir. Hiçbir işe yaramasa bile insanın boşluğunu örter, karşısındakiyle aynı seviyeye çıkarır![8]
- Bazen düşünüyorum, ne garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız? [8]
- Realist olmak hiç de hakikati olduğu gibi görmek değildir. Belki onunla en faydalı şekilde münasebetimizi tayin etmektir.Hakikati görmüşsün ne çıkar? (...) Newton başına düşen elmayı, elma olmak haysiyetiyle mütalaa etseydi belki çürümüş diye atabilirdi.Fakat O böyle yapmadı. Şu elmadan nasıl istifade edebilirim? diye kendine sordu. Azami istifadem ne olabilir? [8]
- İnsanların saadet anlayışları da gariptir. Kitaplara bakarsınız, kendilerini dinlersiniz, insanoğlunun asıl vasfı akıldır. Onun sayesinde diğer hayvanlardan ayrılır. Beylik sözüyle hayata hükmeder. Fakat kendi hatalarına teker teker bakarsanız bu yapıcı unsurun zerre kadar müdahalesini göremezsiniz. Bütün telakkileri, hususi bağlanışları hep bu aklın varlığını yalanlar.[9]
- Bütün hayatım boyunca dikkat ettim, insanın daima korktuğu şeyler başına geliyor.[8]
- Bazı insanların ömrü vakit kazanmakla geçer... Ben zamana, kendi zamanıma çelme atmakla yaşıyordum.[8]
- Niçin hep fakir ve biçare adamlar dayak yer? Mesela bizim Cemal Bey'i hiç kimse dövmez.[8]
- Sabır, insanoğlunun tek kalesidir.[8]
- İş insanı temizliyor, güzelleştiriyor, kendisi yapıyor, etrafıyla arasında bir yığın münasebet kuruyordu. Fakat iş aynı zamanda insanı zaptediyordu. Ne kadar abes ve mânâsız olursa olsun bir işin mesuliyetini alan ve benimseyen adam, ister istemez onun dairesinden çıkmıyor, onun mahpusu oluyordu. İnsan kaderinin ve tarihin büyük sırrı burada idi.
- Şu hakikatı kendi hayatım bana öğretti: İnsanoğlu, insanoğlunun cehennemidir.
- Bu daima böyledir. Hadiseler kendiliğinden unutulmaz. Onları unutturan, tesirlerini hafifleten, varsa kabahatlilerini affettiren daima öbür hadiselerdir.
- En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey; bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi.
Yaşadığım Gibi (1970)
[değiştir]- Gençlerimiz ihtirassız, hatta heyecansız; gençlik birtakım meselelere açılmak, onları hararetle yaşamaktır. Boşlukta ne san'at eseri, ne de fikir olur. En dışımızda görünen bilgi bile içimizde yaşayan bir azap şeklinde olmalıdır. Mektep bitirmek için mektep bitirilmez. Her genç enginde bir gemi gibi her an kendi kendisine "Ben neyim?" "Niçin buradayım?" "Ne yapmak istiyorum?" sualini sormalıdır. Bunu yapmayan genç hiçbir zaman genç olamayacak bir ihtiyardır. Yani ölü olarak yaşamayı kendiliğinden kabul etmiş demektir.[10]
- Modern diktatörlerin büyük vasfı hâdiselerin peşinde gitmeleridir. Mussolini de öyle yaptı. En kolay tarafı, herkesin gittiği yolu tercih etti. Bir Avrupa birliğinin, bir Akdeniz federasyonunun sağlam bir uzvu olacak bir İtalya’yı kuracağı yerde eski Roma’yı diriltmek istedi. Cezayir'in harmanisi, Venedik'in tacı onu günün hakikatlerinden öbür tarafa çekti. Realiteyi bir opera dekoruna feda etti. Muzdarip milletlere el uzatacağı yerde onları bir sansar gibi boğmağı tercih etti. Bir insan sansar olabilirdi. Fakat dünya tavuk kümesi olmağa razı olamazdı.[11]
- Bizim ortaokullarımız, liselerimiz, bazı sergilerde boşuna işleyen makinelere benzer.[12].
Sahnenin Dışındakiler (1973)
[değiştir]- Niçin kadere bu kadar bağlı olan insanlar, bir türlü ona razı olmaz?
- Sokak, evinizin kapısından başlayan hayat, ayrıldığınız zaman hüzün duyduğunuz arkadaş, bir humma gibi sizi saran macera ve yarın içine gireceğiniz kördöğüşüdür.
- Muhafazakar zihniyetin bir yüzü çok yırtıcı bir didişme ise, öbür yüzü ipin ucunu bir an bıraksanız sizi nerelere götüreceği belli olmayan bir şüphedir. Bu şüpheyi dünyanızı değiştirmekteki cesaretsizlik, o güvensizlik besler.
- En çok hataya düşenler, kendilerinden kudretlerinin üstünde şeyler isteyenler, kendilerini olduğu gibi kabul etmeyenlerdir.
- Az konuşmak daima iyi şeydir; fakat derli toplu olmak şartıyla.
- Sizi seviyorum, size bağlıyım, demek yerine, size ait şu veya bu zaafa bağlıyım demek karşı tarafta daha iyi bir intiba bırakır.
- Zaman kendini ilan ediyordu. Beyhudedir, diyordu bütün bu ıstıraplar, unutmalar ve hatırlamalar, ben varken hepsi beyhudedir!
- İffet, faziletlerin en komik olanıdır.
- Tesadüfler ancak bir anlık fırsat verirler. Bu anı kaybetmek ihtimali, kaybetmemek ihtimali kadar kuvvetlidir.
- İnsanın kendi hayatına istikamet verecek bir fikri bulması ne kadar güç...
- Fakirlik; gözü tok, ölçülü, sağlam karakterli insanlarda bir nevi asalete benzer. Muhteris ve zevkine düşkünlerde ise daima küçültücü olur.
- Belki de ölüm dediğimiz şey; tül kadar ince ve bulanık bir zarın arkasında gizlenmek, oradan etrafı dinlemek, görmek, oradan sevdiklerine hasret çekmektir.
- Arzular ve ihtiraslar geçince, her şey zalim ve mütearriz yokluğun aynası oluyordu.
- Belki de ahlak yoktu iyilik yoktu, vazife yoktu. Hiçbir şey yoktu. Sadece bazı şeylere kabiliyetsizlik bazı şeyleri kendisine nehyetmek vardı. İçgüdülerinden korkmak ve kaçmak vardı. Belki de sadece terbiye ve korku vardı.
- Çünkü hayat da ölüm de sevdin mi, affettin mi yenilebilir.
- Biz evvela kelimeleri öğreniriz; sonra yaşadıkça teker teker manâlarını.
Mahur Beste (1975)
[değiştir]- Cahilsin; okur, öğrenirsin. Gerisin; ilerlersin. Adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok; kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur.[13]
- Hayat kimsenin etrafında dönmez, herkesle beraber yürür.
- Fikirlerimiz onları taşıyacak kudrette olduğumuz nispette bizimdirler.
- Hâlbuki kitaplar, sevginin birleştirici bir şey olduğunu yazıyorlardı.
- Kitap unutulmaya razıdır, fakat kadın razı olmaz..
- Açık havada ölmek, cam arkasında boğulmaktan daha iyidir.
- Kendi kendinizi tanımağa başladıktan sonra beğenmemeniz kadar tabii ne olabilir?
- Kendi eliyle çalışmak ruhu tasfiye eder, insanı Allah’a yaklaştırır. Dikkatini elindeki işe verirsen temiz kalırsın.
- "Olduğumuz gibi" ile "olmak istediğimiz gibi" terazinin iki kefesidir.
- Bu tek adam otuz milyona göz açtırmıyor. Bütün hayat hakkını gasp etmiş. Hepimiz onun bu memleketi nasıl yıktığını biliyoruz.
- Sevginin, merhametin eşiğini atlayanlar, ızdırabın gömleğini dde kendiliğinden giyerler.
Günlüklerinden
[değiştir]- Sağcılar yalnız Türkiye, gözü kapalı, ezberde kalmış öğünmenin ötesine geçmeyen bir Türk tarihi, yalnız iç politika ve propaganda diyor. Sol, Türkiye yoktur ve olmasına da lüzum yoktur diyor; yahut benzerini söylüyor; her gün kıvırdığı, biraz daha kırılan, kendisini entité'ler içinde bir entité (kendilik) olarak alanların ortadan kalkacağı Türkiye istiyor, razı oluyor. Ben ise dünya içinde, ileriye açık, mazi ile hesabını gören bir Türkiye'nin peşindeyim. İşte memleket içindeki vaziyetim.[14].
- Yine sağcılığa geliyorum. Sağcı olmak çok güç hatta imkansız. Evvela memleketimde en cahil en budala insanlar sağcı. Yahut da aşikar şekilde hain ve ahlaksız. Peyami Safa... Peyami Safa'dan daha iğrencine tesadüf edilir mi? Sonra devrin kendisi var. Artık garpta bile sağcıya tesadüf edilmiyor. Burjuvazi kendisini polis ve asker kuvvetiyle müdafaa ediyor. Sola gelince Yarabbim bizde solcu muharrir, solcu şair ,genç şair, sol adam, ileri adam, zühd, hamakat, cahillik. Ve hepsinden beteri yeni dil. Devrik cümle, tarihi inkardan daha beter olan tarih bilmemek. Hiç kültürü olmamak. Ne sağcı ne solcu...[15]
- Meclisten beş parasız ve dargın ayrıldım, fakat partiden (CHP) ayrılmadım. İsmet Paşa'ya iki sene kadar dargındım. Bununla beraber yine seviyordum. Muhalefet kürsüsündeki rolü genişledikçe iş değişti. İhtiyar adam gençleşti, büyüdü, kudret ve asalet kazandı. O gün Şişli Camii'nin imam odasında küçük bir kerevete oturmuş, arkadaşının ölümüne ağlayan insan ise çok başka insandı. Onun elini öperken Orhan Gazi cinsinden bir adamın elini öpüyorum sandım.[16]
Diğer
[değiştir]- Çalışmak, zamanına sahip olmak, onu kullanmasını bilmektir.[17]
- Sabır, insanoğlunun tek kalesidir.[18]
- İnsanoğlu her şeyden evvel, mesuliyet hissidir ve fikirlerinin mahsulüdür. Ondan mahrum edilen insan, kendiliğinden bir paçavra haline düşer.[19]
- Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki, eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde. Fakat daima ödersiniz.[20].
- Çocuğu kendisi olmasında elbette rahat bırakmalı. Fakat yaşının üstüne çıkması imkânları da daima verilmeli, hattâ biraz da zorlamalı.[17]
- Etrafınızdaki çocuklarla, kendinizden küçüklerle konuşmağa tenezzül edin! Onlara anlatın! Herşeyi bilsinler! Siz onların bir hiç yüzünden ne kadar azab çektiklerini bilmezsiniz [21].
- Yalnız dostluk sarayının çatlağı yoktur ve damı akmaz.[22]
- İnsanda ekonomi fikri olmayınca, sade para değil, asıl kıymetlisi zaman da kayboluyor.[23]
- Hayatı yapmak isteyenler, kendilerini cömertçe ona bağışlamalıdırlar.[24]
- Az konuşmak daima iyi şeydir; fakat derli toplu olmak şartıyla.[24]
- Gençlerimizin birçok eksikliği, umumî kültür seviyesinin düşüklüğünden geliyor.[24]
- İstanbul'da her saat, bir san'at eseri gibi güzeldir.[25]
- İnsanın olabileceği şeyi seçip ona çalışması ne iyi şey, ne mazhariyet.[25]
- Biz sadece imanıyla ve ruhunun cömertliğiyle yaşamış bir milletiz.[26]
- Bir lise kadrosu, millî hayatta en mühim rolü oynayan en mühim ekiptir.[27]
- Tarih, şahsiyetin ta kendisidir. Onsuz insan teşekkül edemez. Cemiyet için mazi yani tarih, fert için hafıza gibidir. Asıl şahsiyetin kendisidir. Hafızasını kaybeden adam, nasıl artık kendisi değilse, cemiyet de mazisini unutursa veya bu mazi fikrini vuzuhundan mahrum ederse öylece kendisi olmaktan çıkar.[28]
Hakkında söylenenler
[değiştir]- Şimdi, niçin (Tanpınar'ın) yalnız kaldığını anlıyorum. Ne Necib, ne Nâzım bu adamla mukayese edilebilir. Diğerleri onun yanında kapıcı dahî olamaz. Mes'ele bu: Niye bu kadar düştük? Bu istisnaî olarak kayayı çatlatan incir çekirdeği. Pek çok insanla tanıştım, bunu değil anlayabilmek,okuyabilecek idrâk seviyeleri bile yoktu. Onun muhiti benim de muhitimdi. Tanışmak istemiştim. "Yahu ne yapacaksın? Basit, serseri bir adam. Zamanını kaybedersin" dediler. Çevresi adamı böyle görüyor. Ne yapsın? Yalnız.[29] — Cemil Meriç
- Sonra Tanpınar'ı tanıdım. Tanpınar şahsiyetinde hem İstanbul, hem de Türk-İslâm kültürünün sentezini yapmıştı. Asistanıydım, "mutlaka Cevdet Paşa'yi okuyacaksın" diye beni zorladı. Damı akan bir evde oturuyordum. Yatakta ısınmaya çalışırken, bir taraftan da Cevdet Paşa Tarihi okudum. Tanpınar dolayısıyla Yahya Kemal'i tanıdım.[30] — Mehmet Kaplan
- Ahmet Hamdi Tanpınar, Kutsi ve ben keyfiyet (nitelik) üzerinde çalışan ilk devresiyiz hecenin.[31] — Necip Fazıl Kısakürek
Kaynakça
[değiştir]- ↑ TANPINAR, Ahmet Hamdi, Beş Şehir, Dergah Yayınları, Arka Kapak
- ↑ 2,0 2,1 2,2 2,3 TANPINAR, Ahmet Hamdi, Beş Şehir, Dergah Yayınları, s.
- ↑ TANPINAR, Ahmet Hamdi, Huzur, Dergah Yayınları, s.21
- ↑ TANPINAR, Ahmet Hamdi, Huzur, Dergah Yayınları
- ↑ TANPINAR, Ahmet Hamdi, Huzur, Dergah Yayınları, s.250
- ↑ TANPINAR, Ahmet Hamdi, Huzur, Dergah Yayınları, s.251-252
- ↑ TANPINAR, Ahmet, Hamdi, Mücevherlerin Sırrı (Derlenmiş Yazılar, Anket ve Röportajlar) Yapı Kredi Yay. İstanbul, 2002, s. 206
- ↑ 8,0 8,1 8,2 8,3 8,4 8,5 8,6 8,7 TANPINAR, Ahmet Hamdi, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Dergah Yayınları
- ↑ Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü
- ↑ TANPINAR, Ahmet Hamdi, Yaşadığım Gibi, Dergah Yayınları, s.333
- ↑ TANPINAR, Ahmet Hamdi, Yaşadığım Gibi, Dergah Yayınları, s.72
- ↑ TANPINAR, Ahmet Hamdi, Yaşadığım Gibi, Dergah Yayınları
- ↑ TANPINAR, Ahmet Hamdi, Mahur Beste, Dergah Yayınları
- ↑ Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa, Dergah Yayınları, s.37
- ↑ Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa, s.207, Dergah Yayınları
- ↑ Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa, s.203, Dergah Yayınları
- ↑ 17,0 17,1 Ebediyetin Huzurunda, s. 235
- ↑ Ebediyetin Huzurunda, s. 257
- ↑ Ebediyetin Huzurunda, s. 258
- ↑ MERİÇ, Ümit, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ebediyetin Huzurunda, Etkileşim Yayınları, s. 234
- ↑ Ebediyetin Huzurunda, s. 236
- ↑ Ebediyetin Huzurunda, s. 239
- ↑ Oktürk, Ş. (1977), Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Düşünceler, Görüşler, Özdeyişler
- ↑ 24,0 24,1 24,2 Ebediyetin Huzurunda, s. 242
- ↑ 25,0 25,1 Ebediyetin Huzurunda, s. 246
- ↑ Ebediyetin Huzurunda, s. 250
- ↑ Ebediyetin Huzurunda, s. 253
- ↑ Ebediyetin Huzurunda, s. 261
- ↑ Cemil Meriç ile Sohbetler, Halil Açıkgöz, s.172
- ↑ Mehmet Kaplan'ın Kaynakları
- ↑ Necip Fazıl Kısakürek,Konuşmalar, B.D. Yayınları