Rıza Nur

Vikisöz, özgür söz dizini
Rıza Nur
Doğum tarihi 30 Ağustos 1879
Doğum yeri Sinop
Ölüm tarihi 8 Eylül 1942
Ölüm yeri İstanbul
Vikipedi maddesi
Vikiveri öğesi

Rıza Nur, Türk siyasetçi, hekim ve yazar.

Sözleri[değiştir]

  • Karımdan şu mektubu aldım: ‘Ben burada kendime bir hayat arkadaşı buldum. Bunu başkasından duyarak üzülmene imkân bırakmıyorum.’ Namussuz karı! Sonunda bana boynuz da taktı. Galiba bu işte M. Kemal’in ve İsmet’in (İnönü) de parmağı var.[1]
  • (Karımın) ahlakı da bozuldu. Evdeki kızları benden gizli çırılçıplak soyuyor, dans ettiriyor.[2]
  • Ne hayvan, ne de insan sevmem. Hele insanlar benim iğrendiğim yaratıklardır.[3]
  • Bir Rus doktor, zampara mı zampara; karının sözüne göre de bizim karıya da sataşmış.[4]
  • Yataktan fırladım. Adam da derhal kaçtı. Baktım ki donum kesilmiş. Artık uyuyamadım.[5]
  • Yaşlı adam tabancasını çekti ve bana: ‘(Donunu) çöz, yoksa öldürürüm’ dedi... Boğuşma başladı... Nihayet bayılıp kalmışım... Gözümü açtığım vakit yanımda kimse yoktu.[6]
  • Bu çocuğu (Harbiyeli) herkesten ziyade sevmeye başladım... Görmesem aklımdan hiç çıkmıyor, görsem yüzüme bakmıyor, içimde heyecan duyuyordum... Anladım ki bu çocuğa âşık olmuşum... Böyle bir aşkın sonu livata (sapık cinsel ilişki) demektir.[7]
  • Kadın, erkekten aşağı bir mahlûktur.[8]
  • Arnavutları isyana teşvik ettiğimi ben kendi elimle yazdım. Bu kusur değil, iftiharım sebebidir. Bana büyük şereftir.[9]
  • Ahlak ve temiz adetler ve faziletlerin bir kısmı kendiliğinden gitti, bir kısmını da bilerek ben terke mecbur oldum. Yalan da söyledim.[10]
  • Nefsime itimadım vardır. Hem de çoktur. Bu sebepten olacak ki, bazıları bana kendimi beğenmiş diyor. Zannediyorum ki bu doğrudur. Çünkü beğendiğim adamlar çok azdır.[11]
  • Şurası bâriz bir hâle konulmak lâzımdır ki, bu Osmanlı Hegemonisi ancak mânevî olabilmiş, maddî bir hale konamamıştır. Bu da Osmanlı Türkleri'nin büyük hatâlarındandır. Bütün Türkleri bir bayrak altına toplamaya, bütün Türkler'deki harsı yeknesak kılmaya çalışacak yerde Osmanlılar bir taraftan susamış arslanlar gibi Afrika çöllerinde beyhûde bir serab peşinde koşmuşlar, diğer taraftan Avrupa'ya dalıp arslan yürekli koçlar gibi, fakat hiç lüzumsuz yere, kafalarını Viyana kalelerine vurup durmuşlardır. Sonra da kafaları yara ve kan içinde oturmuşlardır. Ne yazık ki kendi dillerini Arap ve Acemlerin ayakları altına atmış ve sâde onların dillerine revaç vermişlerdir. Milleti fakirlik, sefalet, cehalet bürümüştür. Türk'ün hâli bu merkezde iken Türkiye'de inkılâb ve meşrutiyet olmuş, Türklük için yeni bir devre başlamıştır.[12]
  • İşte bu zattır ki (Timur'dan bahsetmektedir.) hoca ve şeyh takımlarını siyâsî âlet yaparak onlarla birleşmeye mecbur olmuş ve Türk Töre ve Yasasını, hâsılı Türk Milliyetini yıkarak Arap örfünü Türkler'e iyice ve kat'î surette yerleştirmiştir. Hayatı meraklı bir roman halinde olan ve Din için Milliyetini yıkan bu zat garibi şu ki harplerini en ziyade Türk ve müslümanlar üzerine tevcih edip en kuvvetli Türk Devletlerini mahv ve perişan etmiştir. Osmanlılar da bu meyandadır. Sel gibi Türk ve müslüman kanı akıtmıştır.[13]
  • Büyük Millet Meclisi âzâsı, vatan necati tuğu etrafına toplanmış, tefrika nedir bilmiyordu. Vatan tehlikesi hepsini birleştirmişti. Büyük bir cesâret ve celâdet gösteriyordu. Vâkıa Birinci Meclis umumiyet itibâriyle ilmen aşağı idi; fakat meb'uslarda Türklük ve vatan duygusu pek yüksek ve ekseriyeti azîme itibariyle nâmuskâr insanlardı. Bir de Anadolu'nun yerli ahâlisinden olduklarından Anadolu'nun her tarafını ve hakikî ihtiyaçlarını biliyorlardı. Vatana daha ziyâde merbuttular. Bu Meclis, birleşmeden ne hârikalar doğduğuna misâldir, derstir. Bu memleketi idâre edenlerin pek münevver olup da kozmopolit olacağına, az münevver fakat nasyonalist olmasının ne kadar fâideli ve lâzım olduğunu isbat etmiştir.
    Müşir Fevzi Paşa'nın Ordu ve harbe olan hizmetleri pek büyüktür. Kumandanlar, zâbitler Türk'ün zaferi için dağlarda didinmişlerdir.
    İşte bu Hükûmet'in, bu Meclis'in, bu Ordu'nun başında dâimâ Mustafa Kemâl bulunuyordu. Bu üç müessesenin ve her şeyin ruhu O idi. Bu zât pek zekî, pek münevver, cevvâl, gece gündüz durmayıp, uyku uyumayıp çalışan biri idi.
    Bu büyük devrin muvaffakiyetlerinin başlıca sebebleri, Saray belâsının ortadan kalkıp yerine konan hâkimiyet-i millîye, ricâl ve kumandanlarda yüce bir aşk halinde milliyet duygusu yâni Türklük ruhu olması, namuskârlık, çalışkanlık, azîm ve cür'et ile çalışma ve Merkez-i Hükûmet'in ecnebîlerin, fesatçıların varamıyacağı bir yerde, yâni Anadolu ortasında olmasıdır.[14]
  • 1914 M., 1324 H. den beri bu harpler ve inkılâblarla bu Türk uyanıklığına bir İslâm intibahı da inzimâm etmiştir. Avrupalıların elinde esir halinde, müstemleke hayatında yaşayan Hind, Mısır, Tunus, Fas ve ilh... ülkeler Müslümanları da uyanmışlardır. Bu uyanıklık Afganistan'da da vardır. Yanılıp Harb'te bize hıyânet eden Hicaz, Suriye, Irak bile hakikati görmüş, pişman olmuş, bize kucak açmaya, yalvarmaya başlamıştır. Fakat biz Müslüman memleketlerinden yüzümüzü çevirmeliyiz. Cân-i gönülden onların saadetini isteriz. Bize Misâk-ı Milli'nin çizdiği hudut yetişir. Onu imar ve ihyâya çalışalım. Yemen, Irak ve hattâ Suriye gibi memleketler bize zaaf olmuşlardı. Bir daha bu hatâya düşmiyelim. Son ameliyatla kangren olmuş ve gövdemizi zehirleyip öldürmekte olan âzâ'yı kesip attık. Sağlamlaştık. Her kim ki bu devrede fütûhât ve istilâ hevesine düşer, Türk Vatanı'na hiyanet eder.[15]
  • Esbab-i mûcibeden sonra gelen 3 madde kâfi değildi. Buna bir gün sonra diğer 3 madde daha ilâve ettim. Tekemmül etti. Teşkil edilen bir Encümen bu altı maddeyi iki madde halinde cem etti. Vâkia ikinci Grub maddeleri kısmen kendisine atfetmiş ve Encümen mazbatasında da böyle geçirtmiş ise de, benim ilâvem onların teklifinden bir gün evvel gazetelerde bile intişar etmişti. İttifâk-ı âra ile kabul edilen bu takririme «1 Teşrinisâni Kararı» adı verildi. Bu takrirle Pâdişahlık lağv, hâkimiyet bilâ kayd-ü şart Millete naklediliyor, Hilâfet Devlet'ten ayrılıyordu. İşte bu suretle bu mühim inkılâb husûle geldi. Bunun üzerine Vahideddin yükte hafif, kıymette ağır nesi varsa alelacele toplayıp etrafındaki Çerkesler'le beraber ve ingilizler'in delâleti ile bir ingiliz harp gemisine girip ecnebî memleketine kaçtı. İşte bu hâin ve uğursuz Pâdişah'ın kaçmasiyle de Türkiye'de Osmanlı Hânedânı da göçtü. Demek ki Türkiye bu güne kadar Selçuk Hânedânı, Osmanlı Hânedânı, Hâkimiyet-i Milliye olmak üzere üç devir geçirmiş oldu. Bu vak'a ile millet, vergi suretinde parasını alıp saraylarda keyif ve sefahatla yiyen, çıplak milletin hiçbir derdine derman olmıyan, bilâkis millete zulüm eden bu «pâdişah» adını taşıyan müstebit ve sefih insanlardan kurtuldu. Artık kendi kendisini idâre edecektir. Hâkimiyet-i Millîye idârelerin en mükemmelidir. Saâdeti Millet'e bu idâre verecektir. Zaten son zamanlarda bütün dünyadaki meyil ve hareket hâkimiyet-i millîye ve cumhuriyet'e doğrudur. Zaferlerimizi, bu inkılâblarımızı cihân alkışladı. Bunlara bakarak Türkiye'nin hakikaten kurtulduğunu ve büyük bir devlet ve millet olacağını söylediler. Artık eski Osmanlı imparatorluğu münkariz olmuş, yerine yeni bir Türkiye, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti kaim olmuş oldu. Artık bu Devlet'in adı Türkiye'dir. Bu Devlet, lâik bir surette kuruluyor, kanunlar kâmilen lâik olacaktır. Din yalnız umur-u dinîye ile iştigal edecektir. Böyle olmayınca bir devlete bu asırda hayat yoktur. Nitekim bütün Avrupa Devletleri de bunu yapmışlar ve ancak bu sâyede bugün gördüğümüz gibi kuvvetli devletler olmuşlardır.[16]
  • İbne bizim milletçe hakirdir. Hakikaten bence de ibne olan bir erkekten hayır yoktur. Örnekler gördük. Bunlar kadın gibi oluyorlar; bunlarda mertlik, erkeklik, istiklal kalmıyor. Emre, himayeye muhtaç ve muti oluyorlar. Her fenalığı yapmakta mahzur görmüyorlar. Hayatımıza böylelerini daima ahlaksız, meziyetsiz gördük. İstisnaları pek azdır. Babur Şah da hatıratında bir vaka zikredip zabitlerinden biri için diyor ki:" İbneler kahraman olmaz". Türk yöneticileri bu fenalığı ıslah edecek yolları aramalıdır![17]
  • Onlardan istediğimiz sade Türkçe konuşmak ve bir Türk gibi düşünmektir, başka bir şey değil! Bunu istemeyenler memleketi derhal terk etmelidir. Namusun icabı budur. Puştluğa gerek yok![18]
  • Ben sonra anladım ki, bu çocuğa (Harbiyeli asker öğrenci) aşık olmuştum. Görmesem aklımdan hiç çıkmıyor, görsem yüzüne bakamıyor, içimde heyecan duyuyordum. Bir gün dahi bir kötü şey hatırıma gelmemiş, ona bir kötü söz söylememişimdir. Bu, tabii, saf ve pak bir sevgi idi. Ancak bu bir kız değildi. Kız olsaydı kim bilir nasıl severdim veya yine bu kadar severdim? Kim bilebilir? Böyle bir aşkın sonu kesinlikle livata (cinsel ilişki) demektir.[19]
  • Toplantıda (Lozan Antlaşması) bir de ne olsun? Puşt Saka Hasan Kaya burnundan çıkardığı sümükleri Fransız delegelerin üstüne atıp duruyor. Bu Sakalar böyle puşttur. İstisnasını ben görmedim. Aksini iddia eden de puşt oğlu puşttur.[20]
  • Bu Fevzi tuhaf bir adamdır. Adı Mustafa Fevzi'dir. Kavaklı Fevzi derler. Meşrutiyetin ilânı zamanında Manastır'a hürriyetperverleri vurmak için Abdülhamid tarafından gönderilen Boşnak Şemsi Paşa'nın evinde yetiştirdiği biridir. Bu te'dibe gelen Şemsi Paşa ile beraber, onun erkân-ı harbi olarak Manastır'a gelmiştir. Atıf, Şemsi Paşa'yı orada arabasında vurduğu vakit Mustafa Fevzi de aynı arabada Şemsi'nin yanında idi. İttihadcılar Fevzi'yi yakalayıp tevkif etmişler. Fevzi: «Ben size de hizmet ederim» demiş, serbest bırakılmıştır. Fevzi Paşa pek az lâkırdı söyler. Hiç dostu yoktur. Düşmanı da yok galiba. Kimse ile konuşmaz, ülfet etmez. Sade resmî işiyle meşguldür. Uzunca boylu, esmer, şişmancadır. Çok üşür. Kış oldu mu, kalın üç-dört fanila, üstüne yelek, üstüne hırka, ceket, kaput giyer. Bu kadar yükü nasıl taşır bilmem. Üstüne-başına hiç bakmaz. Pislik içindedir. Galiba saçını bile taradığı yok. Ay olur tıraş olmaz. Bıyık sarkık ve birbirine karışık. Bu hal ile yüzü tuhaftır. Hele kat kat fanilâ, hırka ve elbiseden vücudu hantal, porsuk bir manzara alır. Tırnakları uzun ve içi simsiyah pislik. Sigara, kahve, içki içmez. Beş vakit namazındadır. Bir hikâyesini anlatayım: Bir yâveri vardı. Bu yâver tanıdığım Demokrat Mustafa adında birinin kardeşi idi. Yâver bir gün bana anlattı: «Bizim Paşa bir iki aydır kaşınır. Gittikçe fazla kaşınır. Kaşınıyor, fakat bir şikâyet ettiği, bir şey yaptığı da yok. Kaşındığının farkında değil gibi duruyor, gittikçe fazla kaşınmağa başladı. Hele geceleri iki vücudunda kürek çeker gibi, bir düziye harekette. Aklıma geldi. «Galiba paşa uyuz oldu» dedim. Kendisine söylemek istedim. Cesaret edemedim. Acıyorum da. Nihayet baktım ki, hali fena. Bir gün: «Paşa, siz çok kaşınıyorsunuz. Kendinizi hekime gösterseniz iyi olur.» dedim. «Sahi... Ben kaşınıyorum değil mi? Bir doktor çağır!» dedi. Çağırdım. Doktor uyuz olduğunu söyledi. Uyuz bütün vücudunu dehşetli kaplamış. Kükürt merhemi verdi. Kurtuldu.» Bu vak'a şayanı hayret bir şeydir. Fevzi'yi gayet iyi tasvir ve tahlil eder: Bu adam iki aydır kaşınıyor da, farkında değil. Hem uyuz kaşınması müthiş şey. Farkında olmamak, iz'aç olmamak mümkün olmaz. Buna göre, demek Fevzi, gayet duygusuz, lâkayd, vurdumduymaz, bir işin farkında değil. İhmalci inisiyatifi olan âri bir adamdır. Hakikaten bütün işlerinde hayatında böyle bir adamdır.[21]

Kaynakça[değiştir]

  1. Rıza Nur, Hayatım ve Hatıratım, s. 1785, 1786.
  2. a.g.e., s. 1346.
  3. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım Cilt 4, s. 1532.
  4. a.g.e., s. 1410.
  5. a.g.e., s. 78.
  6. a.g.e., s. 84.
  7. a.g.e., s. 22.
  8. a.g.e., s. 1530.
  9. a.g.e., s. 1305.
  10. a.g.e., s. 105.
  11. a.g.e., s. 1535.
  12. Rıza Nur, Türk Tarihi, Cilt 1, s. 166.
  13. Rıza Nur, Türk Tarihi, Cilt 1, s. 155.
  14. Rıza Nur, Türk Tarihi, Cilt 1, s. 219, 220.
  15. Rıza Nur, Türk Tarihi, Cilt 1, s. 221.
  16. Rıza Nur, Türk Tarihi, Cilt 1, s. 215, 216.
  17. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım Cilt I, s. 85.
  18. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım Cilt I, s. 143.
  19. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım Cilt I, s. 93.
  20. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım Cilt 4, s. 1546.
  21. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım Cilt 3, s. 846, 847.