Nahid Sırrı Örik

Vikisöz, özgür söz dizini
Nahid Sırrı Örik
Doğum tarihi 22 Mayıs 1895
Doğum yeri İstanbul
Ölüm tarihi 18 Ocak 1960
Ölüm yeri İstanbul
Vikipedi maddesi
Vikiveri öğesi

Nahid Sırrı Örik (d. 22 Mayıs 1895 ö. 18 Ocak 1960) Türk roman, hikâye ve oyun yazarı.

Eserleri[değiştir]

Kıskanmak[değiştir]

  • Zonguldak küçük, eğlencesiz, sıkıcı bir yerdi. Fakat Nuriye'nin ve hatta belki Nüzhet'in ismini bir kere olsun duymamış oldukları Jül Sezar, ikisinin de şüphesiz ki duymamış oldukları veçhile "Roma'da ikinci olmaktansa bir köyde birinci olmanın" tercihe layık bulunduğunu söylememiş miydi? Aynı düşünce, ana ile oğlun hareketlerine daima hükmediyor, İstanbul'a tamamen yerleşmek üzere gitseler bile kendilerini işte yine Zonguldak'a çekip getiriyordu. Çünkü İstanbul'da, bir balo gecesi, bu tesiri yapamaz, bu alakayı uyandıramazdı.
  • Fakat şimdi Nuriye bu kadar güzel bir gencin anası olduğu için kadınlara ve erkeklere karşı karşı ayrı ayrı gurur duyuyordu. Bu gurur kadınlara: "İşte bu bayıldığınız çocuğun anası benim. Sizi hayran eden bu çocuğun hiç birinizi beni sevdiği gibi sevmesi ihtimali yoktur. Siz onun bir kaç günlük oyuncağından ibaretsiniz."
  • Mükerrem kendisini en perişan bir kıyafetle yahut en mutena tuvaleti ile karşılamış olsa yine aynı sakin ve lakayt edayı muhafaza ediyor, değişikliği fark bile etmiyordu. Lakin ne gariptir ki masa örtüsündeki bir lekeyi, bardakların birindeki çatlağı derhal görüyor, yemeğin üç dakika gecikmesi de dikkatinden kabil değil kaçmıyordu.
  • Fakat her halde genç kadın Celal Ferit'i sevmiyorsa bile kendisine karşı onun gittikçe artan ve büyüyen bu aşkını seviyordu. Ve günün birinde, hiç değilse bu aşkı muhafaza edebilmek için kendisini erkeğe vereceği, yahut erkeğin pek ustaca bir hareketi ile mağlup düşerek metresi olacağı artık muhakkak gibi görünüyordu.
  • Evet çirkindi, genç de değildi. Ve çirkinliğinden dolayı duyduğu hüznü artık tamamıyla unutmuştu. Çünkü eğer çirkin olmasaydı bütün hayatını kemiren kıskançlık hissini bu kadar şiddetle duymayacak, duymayınca da şimdi varlığını ürperten bu hudutsuz sevinci, zafer sevincini tadamayacaktı.
  • Dünya güzeli denecek kadar güzel bir gençtir. Henüz yirmisinde var yok amma uçarı çapkındır. Sonra da hem babası hem annesi üstüne titrer, bir dediğini iki etmezler. Avuç avuç para harceder. Hangi kadını içi çekse meramına ermesi için bir işareti kafidir!
  • Nihayet hanımefendinin bir nedimesi değil miydi? Ve bu nedimeliğin icaplarına riayet etmekte o garip bir lezzet, acı ve hüzünlü bir lezzet duyar, hem de bu riayet edişler kinlerini alevleyen yeni bir kırbaç olurdu.
  • Ölmek, öldürmek... Ölmenin ıstırabı varsa bile bu ıstırap ancak bir lahza sürer, sonra ölü yokluğun büyük huzuruna erişirdi. Halit'in bedbaht olması ve sürünmesi için gittiği yerde vurulmasını değil vurmasını, katil olmasını istemek daha doğru idi.
  • Çirkinlerin sevilmemeye ve güzeller için daima feda edilmeye mahkûm bulunduklarını Seniha pek küçük yaşından itibaren bilmiş, anlamıştı.
  • Bu, sonu bulunmayan bir yoldu ve her günü daha fena olabilirdi. Yaşlılık, hastalık, uzak ve berbat bir yerde yapayalnız ve bakımsız ölmek, bunlar hep mukadder şeylerdi ve bu yolun ilerisine ait pek tabii safhalarıydı.
  • Kıskançlık ateşi, saldırışlarını, sarışlarını ve kemirişlerini senelerce unuttum sandığı kıskançlık ateşleri ihtiyar kızın bütün benliğini yeniden almış, tamamıyla kaplayıp sarmıştı. Ve Seniha artık bunun hep bu şekilde son nefesine kadar süreceğini çok iyi biliyordu. Ancak ağabeyi kendinden evvel ölürse, ağabeyinin kendinden evvel toprağa verildiğini öğrenirse belki de biraz sükûn bulacak, kendisi iyi kötü yaşarken toprakta toprak olmuş bir ölüyü artık belki de pek kıskanmayacaktı...
  • Ve ilave etti: "Evet, hiçbir şey söyleme. Hem hayatta başkalarının nasihatleri ile değil, kendi muhakemenle hareket etmelisin."
  • Muhakkak ki iğreniyor benden... Beni iğrene iğrene öpüyor. Şu halde bu oyuna, bu yapma sevgiye ne lüzum var!
  • Bu, sonu bulunmayan bir yoldu ve her günü daha fena olabilirdi. Yaşlılık, hastalık, uzak ve berbat bir yerde yapayalnız ve bakımsız ölmek, bunlar hep mukadder şeylerdi ve bu yolun ilerisine ait pek tabii safhalarıydı.

Sultan Hamid Düşerken[değiştir]

  • Hanımefendi, Sultan Hamid pek çabuk, biz hiç kuvvetlenmeden, herhalde hiç bilgi ve görgü sahibi olmadan kendini mağlup ilan etti." Bu muhite derhal intibak etmiş, hükümdarı ne Kayserili ne de sadece Abdülhamid demeksizin anıyordu. "Hani herif 'Hırsızı yakaladım!' diye bağırmış da 'Öyle ise getir!' demişler, bunun üzerine 'Getiremem, beni bırakmıyor!' demiş: İşte biz de tıpkı bu haldeyiz. İstibdadı yıktık, her şeye hâkim olduk, diyoruz. Hakikatte ise disiplinsiz, bilgisiz, hazırlıksız bir avuç insandan ibaretiz. İmparatorluk İşkodra'dan Fizan'a, Hopa'dan Basra Körfezi'yle Aden hudutlarına uzanıyor. Vilayeti vilayetine değil, hatta birer krallık genişliğindeki bu vilayetlerinin sancakları, kazaları birbirine benzemiyor: Muazzam bir devlet ve bu muazzam devlet her tarafından türlü iştihaya maruz. Binlerce kilometre boyu uzanan sahilleri donanmasız, topraklarında yaşayan yetmiş iki millet, Türk hariç ya müstakil olmak ya da hudutlar dışındaki devletlere iltihak etmek heves ve sevdasında. 'Abdülhamid'i elini ayağını bağlayıp Yıldız'a kapadık, dünya ile alakası kalmadı' diyoruz, bu da muhakkak değil ya, öyle olsa bile idaresini elinden aldığımız bütün bu imparatorluğu bu kuvvet heyulasıyla nasıl ayakta tutabileceğiz, dağılmaya başlamış kısımlarını nasıl muhafaza edebileceğiz? İttihat ve Terakki'nin kuvvetsizliğini bir esrar perdesi altında saklıyor, 'Her şeye hâkimiz, hükümetteki eskileri ancak bizden emir almaları şartıyla tutuyoruz' diyoruz. Halbuki, onları tutuşumuz bizzat iş başına gelecek halde bulunmayışımızdan ileri geliyor. Büründüğümüz, arkasına gizlendiğimiz esrar perdesi altında hiç de kuvvetli olmadığımızı sezenler var, sezenler artıyor. Bunlar hep birden hücuma kalkar ve kalkınca Abdülhamid'den de yardım görürlerse ne olacak?"
  • Bu yedi sekiz kişilik heyeti ise İttihat ve Terakki ile bizzat temasta bulunmak üzere Sadrazam Sait Paşa Selanik’e, umumi müfettiş Hüseyin Hilmi Paşa’ya tel çekip istemiş, Selanik’teki merkez-i umumi de, işi asıl başarmış bulunmak iddiasını güden ve 10 Temmuz’dan bir gün evvel hürriyeti ilan eden Manastır merkezini gölgede bırakıp İstanbul’a el koymak sevinci içinde, gidecekleri hemen seçerek yollamıştı. Gelenler birkaç gün içinde yalnız Sadrazam Sait Paşa ile değil pek çok kişi ile temas etmişler, 10 Temmuz zaferinden sonra İttihat ve Terakki’ye akın akın girmeyi münasip bulan -işler aksi bir istikamet alırsa akın akın çıkmaya da hazır- birçok insanın etraflarını sardığını görerek kendilerini gittikçe daha kuvvetli sanmışlardı.
  • Ve deniz bu salonun zaten müzeyyen ve kısmen ayna ile kaplı duvarları gibi tavanında da ışıklarıyla yeni nakışlar vücuda getiriyor, açık camlardan çırpıntılarının sesini fasılasız gönderdiği için bir müddet geçince içeriye girmiş olduğu, zemini kapladığı vehmini veriyordu.
  • Gençlik nedir, sevda nedir, sevmek sevilmek nedir, bilmedin!
  • Bu çıkan hürriyet kendilerini yalının bütün debdebesinden istifade etmek şartıyla her türlü iş ve zahmetten kurtaracak bir sebep, Allahın bir ihsan ve inayeti olacaktı.
  • Hürriyet ve Meşrutiyet havası bu yalıya kadar girmiş, kızını kendisine karşı âdeta ayaklandırıyor muydu?
  • Bu kız, kadın, erkek, Müslüman, Hıristiyan türlü hocadan çeşitli ilim okuyup çeşitli hüner edine edine âdeta cinsiyetini kaybetti.
  • Istırap denen şey bu, kalbin işte bu sıkılışı, ellerindeki bu soğuk nem olacak! Acaba çok sürer mi?
  • Mezara sokulacağı günü beklemesi için bir köşeye mecalsiz bırakıldığına hükmedilen ihtiyarı teselli etmeye kimse lüzum görmedi.

Eski Zaman Kadınları Arasında[değiştir]

  • Fakat gönül bu ya, teyzem bu ilk kocasını pek sevmiş, anlattığına göre adamın sonsuz nezaketine ve kalbinin güzelliğine âşık olmuşmuş.
  • Bu eski zaman kadınlarının beşi benim ninelerim, ikisi de pek yakınlarıdır.
  • Eve bir an önce varıp güzelse bir an önce kahrolmak, mahvolmak, şayet güzel değilse biraz teselli bulmak için çılgın bir arzu duyarken...
  • Gönlüm de okuyucularımın bu sahifeleri sevmesini istiyor.
  • Halbuki görünüşünün hayli ürkütücü olmasına rağmen, gayetle nazik, halim selim bir adammış.
  • Bu kadar mağrur olmayın. Biz de vezir haremleriydik, şimdi taşlıklarda, kapılarda sürünüyoruz. Düşmez kalkmaz bir Allah!
  • Ne çare ki çocuklukta en ehemmiyetsiz sayılan şeylerin ihtiyarlığın eşiğinde insanın kendisi için büyük bir kıymet kazanacakları, hatta az çok tarih değeri alacakları hatıra gelmiyor.

Kaynakça[değiştir]