İçeriğe atla

Suç ve Ceza

Vikisöz, özgür söz dizini
(Suç Ve Ceza sayfasından yönlendirildi)
Suç ve Ceza
Vikipedi maddesi
Vikiveri öğesi

Suç ve Ceza (Rusça özgün adıyla Преступление и наказание - Prestuplenie i nakazanie), Fyodor Dostoyevski'nin 1866 tarihli romanı.

Suç ve Ceza romanının ilk cümlesi: Temmuz başlarında çok sıcak bir gün, akşama doğru, genç bir adam “S…” Sokağı’ndaki bir pansiyonda kiraladığı küçük odasından çıktı ve ağır, kararsız adımlarla “K…” Köprüsü’ne yöneldi.

Birinci Bölüm

[değiştir]
  • "Raskolnikov, öğrenciyim, bir ay önce gelmiştim," diye mırıldandı genç adam hemen daha sevimli olması gerektiğini hatırlayıp biraz eğilerek.

"Hatırlıyorum azizim, çok iyi hatırlıyorum geldiğinizi," dedi ihtiyarcık, soru dolu gözlerini delikanlının yüzünden ayırmadan.

"İşte öyle efendim... ben yine, aynı iş için..." diye devam etti ihtiyarın güvensizliğinden biraz çekinen ve şaşıran Raskolnikov.

"Ama belki de hep böyledir, geçen sefer fark etmemişimdir," diye düşündü tatsız bir duyguyla.

İhtiyar dalıp gitmiş gibi susuyordu, sonra kenara çekildi ve odaya açılan kapıyı göstererek misafirinin geçmesine izin verdi:

"Buyurun, azizim."

Genç adamın girdiği sarı duvar kâğıdı kaplı, pencerelerinde sardunya ve muslin perdeler olan küçük oda o sırada içeri giren güneşle güçlü bir şekilde aydınlanmıştı. "O zaman da, herhalde böyle ışıldayacak güneş!" diye geçti Raskolnikov'un aklından ve odadaki her şeyi, olası- lıkları hesaplamak ve mekânı ezberlemek üzere hızla gözden geçirdi. Ama odada özel hiçbir şey yoktu. Hepsi çok eskimiş ve sarı ahşaptan yapılmış mobilyalar, büyük, eğri bir ahşap sırtlığı olan bir divandan, divanın önünde duran oval biçimli yuvarlak masadan, pencerelerin arasında duran aynalı tuvalet masasından, duvara yaslanmış sandalyelerden ve sarı çerçeveli, kollarında kuşlar bulunan Alman beyefendileri tasvir eden iki-üç değersiz tablodan ibaretti, bütün mobilya buydu. Köşede, ufak bir ikonanın önünde bir lamba yanıyordu. Bunların hepsi temizdi: Mobilya da, yerler de pırıl pırıldı; her şey ışıldıyordu. "Lizaveta çalışmış," diye düşündü genç adam. Bütün dairede bir tek toz bile bulmak imkânsızdı.

İkinci Bölüm

[değiştir]
  • "Sayın bayım, acaba sizinle terbiyeli bir şekilde sohbet etmeme izin verir miydiniz? Önemli biri gibi durmuyorsunuz ama tecrübelerim sizin eğitim almış ve içkiye alışık olmayan biri olduğunuzu gösteriyor. Eğitimli insana hep saygı duyarım, en içten duygularla desteklerim ve zaten kendim de dokuzuncu dereceden memurum. Marmeladov, soyadım bu; dokuzuncu dereceden memur. Bir yerde çalışıyor musunuz, diye sorabilir miyim acaba?"

"Hayır, okuyorum..." dedi bu kendine has bir şekilde tumturaklı olan konuşma ses tonuna ve dosdoğru, ısrarla . ona seslenilmiş olmasına şaşıran genç adam. Daha biraz önce insanlarla nasıl olursa olsun bir iletişime girme ar- zusu duymuş olmasına rağmen, daha ilk, gerçekten ona yöneltilmiş sözle birlikte, şahsına yaklaşan ya da dokunmak isteyen yabancılara karşı duyduğu o her zamanki tatsız ve sarsıcı tiksinti duygusunu hissetmişti birden.

"Öğrencisiniz demek ya da eski bir öğrencisiniz!" diye haykırdı memur. "Ben de öyle düşünmüştüm! Tecrübe, sayın bayım, asırlık tecrübe!" diyerek bir böbürlenme havasıyla elini alnına koydu. "Öğrenciydiniz ya da bir bilim dalını bitirdiniz! Ama izin verirseniz..." Doğruldu, iki yana sallandı, tabağını, bardağını aldı ve genç adamın yanına, biraz çaprazına oturdu. Sarhoştu ama belagatli ve kararlı bir şekilde konuşuyor, sadece yer yer dili sürçüyor ve konuşması bozuluyordu. Raskolnikov'a sanki bütün bir ay kimseyle konuşmamış gibi bir hevesle sokulmuştu.

"Sayın bayım," diye başladı söze yine gösterişle, "yoksulluk ayıp değil, bu gerçek. Sarhoşluğun da hayırlı bir şey olmadığını biliyorum ve bu da doğru. Ama dilencilik sayın bayım, dilencilik ayıptır efendim. Yoksullukta doğuştan gelen duygularının soyluluğunu korur insan, dilencilikteyse asla ve kimse koruyamaz. Dilencilik edeni sopayla kovalamazlar bile, daha da incitici olsun diye süpürgeyle süpürürler insan cemiyetinden; hem de haklı olarak; çünkü dilencilikle önce ben kendi kendimi aşağılamaya hazırım. Sonra gelsin meyhane! Sayın bayım, eşim bile bilmiyor ne olduğumu! Anlıyor musunuz efendim? İzin verirseniz sorayım, sırf meraktan sorayım: Neva kıyısında, saman barakalarında gece geçirmiş miydiniz hiç?"

"Hayır, hiç yapmadım," dedi Raskolnikov. “Nedir bu?" "Efendim, ben oradan geliyorum, beş gecedir efendim..."

Bardağını doldurdu, içti ve düşünceye daldı. Gerçekten de giysisinin üzerinde, hatta saçlarında da tek tük saman sapları görülüyordu. Beş gündür soyunup yıkanmamış olması çok muhtemeldi. Özellikle elleri çamurlu, yağlı, kırmızı, kara tırnaklıydı.

Üçüncü Bölüm

[değiştir]

Bundan daha fazla düşmek ve perişan olmak zordu ama Raskolnikov bugünkü ruh haline alışmıştı bile. Kabuğuna çekilen kaplumbağa gibi, kesin olarak elini çekmişti her şeyden ve hatta ona hizmet etmekle sorumlu ve ara sıra odasına gelen hizmetçi bile onda rahatsızlık ve sıkıntı uyandırıyordu. Bazı monomanyaklar böyledir, bir şeye yoğunlaşmaları çok zor olur. Ev sahibesi iki haf- tadır yemek göndermiyordu ona ve şu ana kadar gidip onunla konuşmayı aklından bile geçirmemişti, oysa yemeksiz kalmıştı. Aşçı ve ev sahibesinin tek hizmetçisi olan Nastasya biraz memnundu kiracının bu halinden ve ortalığı toplayıp süpürmeyi tümden bırakmıştı, sadece haftada bir, tesadüfen alıyordu süpürgeyi eline. Şimdi de o uyandırıyordu onu.

"Kalk, neden uyuyorsun!" diye bağırdı tepesinde, "Saat dokuz. Çay getirdim sana; çay istemez misin? Açsındır herhalde?"

Kiracı gözlerini açtı, irkildi ve Nastasya'yı tanıdı.

"Ev sahibesi mi gönderdi çayı?" diye sordu ağır ağır ve divanda hastalıklı bir halde doğruldu.

"Ne ev sahibesi!"

Defalarca kaynatılmış çayla dolu kendi çatlak çaydanlığını önüne bıraktı ve iki sarı şeker parçası koydu yanına.

"Nastasya, şunu al lütfen," diyen Raskolnikov cüzdanına uzanıp (giysileriyle uyumuştu) bir avuç bakır para çıkardı, "git bana bir somun ekmek al. Sosis de getir ama az olsun, ucuzundan."

"Ekmeği hemen getiririm ama sosis yerine lahana çorbası istemez misin? Dünden kalma, güzel çorba. Dün de getirmiştim sana ama geç geldin. Güzel çorba."

Çorba getirilip Raskolnikov yemeye başladıktan sonra, Nastasya da divana onun yanına oturup gevezelik etmeye başladı. Köylü kadınlardan biriydi, çok gevezeydi.

“Praskovya Pavlovna seni polise şikâyet etmek istiyor," dedi.

Raskolnikov sertçe kaşlarını çattı.

"Polise mi? Neden yapıyor bunu?”

"Para ödemiyorsun ve evden taşınmıyorsun. Neden olduğu belli."

"Ee, bir bu eksikti," diye mırıldandı Raskolnikov dişlerini sıkarak, "hayır, bu şimdi benim için... yersiz... Aptalın teki," dedi yüksek sesle. "Bugün yanına gidip konuşacağım."

Dördüncü Bölüm

[değiştir]

Raskolnikov oturmuyor, gitmek de istemiyor, kadının karşısında şaşkınlıkla duruyordu. Bu bulvar hep ıssız olurdu, şimdi de saat ikide ve böyle bir sıcakta neredeyse kimse yoktu. Fakat bir tarafta, on beş adım ötede, bulvarın köşesinde bir adam duruyordu, göründüğü kadarıyla, bir niyetle kızın yanına gelmeyi çok istiyordu. Herhalde o da onu uzaktan görmüş ve takip etmişti ama Raskolnikov ona engel olmuştu. Ona kötücül bakışlar atıyor fakat onu fark etmesinler diye de uğraşıyor, sabırsızca kendi sırasının gelmesini, rahatsız edici dilencinin gitmesini bekliyordu. Olay anlaşılmıştı. Bu bay otuz yaşlarındaydı, iri, yağlı, kanlı canlı, pembe dudaklı ve bıyıklı, çok şık giyimli biriydi. Raskolnikov çok sinirlendi; birden bu şişko züppeye bir şekilde hakaret etmek istedi. Bir an için bıraktı kızı ve adamın yanına gitti.

"Hey siz, Svidrigaylov! Ne istemiştiniz?" diye bağırdı yumruklarını sıkıp öfkeden köpüklenmiş dudaklarıyla gülerek.

"Ne demek bu?" diye sordu sertçe adam kaşlarını çatıp yüksekten bakarak.

"Çekip gidin, bu demek!"

"Ne cüret, haydut!"

Bastonunu kaldırdı. Raskolnikov yumruklarını sıkıp üzerine atıldı, bu iriyarı adamın onun gibi iki kişiyi bile dövebileceğini aklına bile getirmeden. Ama o sırada biri güçlü şekilde yakaladı onu arkadan, aralarında bir polis belirdi.

"Yeter baylar, halka açık yerlerde kavga etmek ya- sak. Ne istiyorsunuz? Kimsiniz böyle?" diye döndü Raskolnikov'a onun kılıksız halini görünce.

Raskolnikov ona dikkatle baktı. Bıyık ve favori sakalları ağarmış ve anlamlı bir bakışı olan cesur bir asker yüzüydü bu.

"Benimle gelin," diye bağırdı kolundan yakalayarak. "Ben eski öğrenci, Raskolnikov... Bunu siz de biliniz," diye seslendi adama, "gelin, size bir şey göstereceğim." Polisi kolundan çekerek banka doğru sürükledi.

"İşte, baksanıza, sarhoş bir halde yürüyordu az önce bulvarda: Kim tanıyor onu, kimlerdendir, o meslekten birine de benzemiyor. Muhtemelen bir yerde içirilip kandırılmış... ilk kez... anlıyor musunuz? Sonra da sokağa atmışlar. Baksanıza, elbisesi yırtılmış, baksanıza nasıl giyinmiş; onu giydirmişler belli ki, kendisi giyinmemiş, beceriksiz eller giydirmiş onu, erkek elleri. Besbelli. Bir de şuraya bakın: Bu züppeyi, biraz önce kavga etmek istediğim bu adamı tanımam, ilk kez görüyorum ama o da kızı yolda görmüş, az önce, sarhoş, kendini bilmez bir halde, dehşet verici bir şekilde gelip yakalamak istemiş onu, bu haldeyken alıp bir yere götürmek için... Herhalde böyle olacaktı; inanın, yanılmıyorum hiç. Kızın peşine takılıp takip ettiğini gördüm ama engel oldum, orada durmuş gitmemi bekliyordu. İşte azıcık uzaklaşmış, durmuş, bir papiros saracakmış gibi duruyor... Kızı nasıl elinden kur tarabiliriz? Kızı evine nasıl götürebiliriz, düşünsenize!" Polis bir anda anlamıştı her şeyi. Şişman adam, besbelli kız için durmuştu. Memur, kıza daha yakından bakmak için eğildi ve yüzünde içtenlikli bir merhamet ifadesi belirdi.

"Ah, çok yazık!” dedi başını sallayarak. "Daha çocuk bu. Kandırılmış, belli ki. Bakın, hanımefendi," diye seslendi kıza, "nerede oturuyorsunuz acaba?" Kız yorgun ve uykulu gözlerini açtı, boş boş baktı onu sorgulayanlara ve elini salladı.

"Bakın," dedi Raskolnikov, "işte (elini cebine sokup yirmi kapik arandı; buldu), işte, bir araba tutun ve adresi söyleyin ona. Yeter ki adresi öğrenebilelim!"

"Bayan, bayan?" diye seslendi yine polis parayı alıp. "Size şimdi bir araba çağırıp eve göndereceğim. Nerede oturuyorsunuz? Ha? Eviniz nerede acaba?"

"Giğdin!.. Bırahın!.." diye mırıldandı kız ve yine salladı elini.

"Ah, ah ne kötü! Ah, ne ayıp bayan, çok ayıp!" Adam yine salladı başını, utanmış, pişman olmuş ve sıkılmıştı. "Bu meslek çekilmez!" diye döndü Raskolnikov'a ve yine yan gözle baştan aşağı süzdü onu. Herhalde, ona da tuhaf görünmüştü: Sefil giysiler içinde adam, kalkmış, para veriyor!

"Siz buraya çok uzakta mı buldunuz onu?" diye sordu. "Ne söylüyorum, önümde yürüyordu sallanarak, şu bulvarda. Bir bank bulur bulmaz yığıldı."

Alıntılar

[değiştir]
  • Gözlemlerine göre hastalığın, delikanlının şu son aylarda geçirdiği maddi sıkıntıların yanı sıra, ruhsal bazı nedenleri de vardı; “yani maddi, manevi pek çok karmaşık etkenlerin, birtakım düşüncelerden kaynaklanan korku, kaygı ve üzüntülerin… ve daha başka bazı şeylerin ürünü bir hastalık”tı bu.
  • Yoksulluk ayıp değil, bir gerçek. Sarhoşluğun erdem olmadığı ise daha büyük bir gerçek. Ama sefillik, sayın bayım, sefillik yüz karasıdır. Yoksullukta yaradılıştan gelen soylu duygularınızı koruyabilirsiniz, sefillikte ise asla!
  • Sefalet, fakirlikten daha beterdir efendim! Bir insanın artık gidecek bir yeri olmaması ne demektir bilir misiniz? Çünkü, muhterem efendim, her insanın dara düştüğünde çalacağı bir kapı bulunmalı değil midir? Eğer çalacağınız bir kapı yok ise; sefalete düşmüşsünüz demektir...
  • Ben niçin böyle budalayım? Mademki başkaları aptal, ben de onların aptal olduğunu kesin olarak biliyorum, neden onlardan akıllı olmak istemiyorum? Sonra şunu anladım ki Sonya, herkesin akıllı olmasını beklemeye kalkarsam bu çok uzun sürecek. Sonra şunu da anladım ki böyle bir şey hiçbir zaman mümkün olmayacak, insanlar değişmeyecek. Onları değiştirecek kimse yoktur. Bunun için yorulmaya değmez!
  • Her şeyin içine tükürmekte, aldırmazlıkta en ileri gidenler, yasa koyucu olurlar. Herkesten daha gözü pek olan, herkesten daha haklıdır! Bugüne kadar böyle gelmiş bu, bundan sonra da böyle gidecek! Bu gerçeği ayırt edemeyenler kördür!
  • Cinayet mi? Ne cinayeti? Fakir fukaranın kanını emen, katilinin, vaktiyle işlemiş olduğu kırk günahı affedilen, kimseye lüzumu olmayan tefeci bir kocakarı, iğrenç, zavallı bir biti öldürmem cinayet mi sayılır?.. Ben bu cinayeti düşünmüyorum, onu temizlemeyi de aklımdan geçirmiyorum.
  • Birkaç tavşanın peşinden koşan hiçbirini tutamaz!
  • Bilgi ise, herkesten önce yalnız kendini sev, der. Çünkü dünyada her şey kişisel çıkar temeli üzerine kurulmuştur.
  • Nerede okumuştum, hani bir idam mahkûmu ölümünden biraz önce şöyle söylemiş ya da düşünmüştü: "Yüksek ve sarp bir kayalıkta, ancak iki ayağımın sığabileceği, dar bir çıkıntıda, dört bir yanım uçurumlar, okyanuslar, sonsuz bir gece, sonsuz bir yalnızlık ve hiç bitmeyecek bir fırtınayla sarılmış durumda yaşamak zorunda olsam ve bütün ömrümce, bin yıl boyunca, hatta sonsuza kadar o bir karış toprakta ayakta durmam da gerekse o şekilde yaşamak, şu anda yarım saat içinde ölecek olmaktan çok daha iyidir. Yaşamak, her şeye rağmen yaşamak...
  • Istırap ve acı çekme, geniş bir akla ve derin duygulara sahip olan insanlar için bir mecburiyettir.
  • Yeni bir adım atma, yeni bir kelime söyleme, insanların en fazla korktuğudur.
  • İnsanların kendi yarattıkları yalanlar çok bilinen doğrulardan daha iyidir.
  • Hepiniz birer gevezeden ve farfaracıdan başka bir şey değilsiniz! Küçücük bir acınız olsa, on paralık yumurtası için ortalığı birbirine katan tavuklara dönersiniz! Üstelik burada bile başka yazarların düşüncelerini çalansınız! Ruhlarınızda bağımsız bir yaşamdan iz bile yok! İspermeçten yapılmış yaratıklar! Damarlarınızda da kan yerine serum dolaşıyor! Hiçbirinize inanmıyorum! İlk işiniz, ne pahasına olursa olsun insana benzememektir.
  • O zaman şunu anladım, Sonya: iktidar, ancak eğilip onu almak cesaretini gösterenlere verilir. Bir tek şey söz konusuydu burada: cesaret! Böylece, hiç kimsenin, hiçbir zaman düşünmediği bir şey geldi aklıma! Evet, hiç kimsenin! [...] Ben... işte bu cesareti göstermek istedim ve... öldürdüm... Ben yalnızca cesaret göstermek istedim, Sonya, hepsi bu!
  • Yüz tavşandan hiçbir zaman bir at meydana gelemeyeceği gibi, yüz şüpheden de hiçbir zaman bir kanıt meydana getirilemez.
  • Karı koca ya da iki sevgili arasında geçen olaylar üzerine asla kesin konuşmayın. Bu işlerde yalnızca ikisinin bildiği, dünyada başka hiç kimsenin bilmediği, haberinin olmadığı gizli bir nokta her zaman vardır.
  • Ama burada yeni bir öykü başlıyor. Bir insanın yavaş yavaş yenilenmesinin, yeni bir hayat bulmasının, bir dünyadan başka bir dünyaya geçmesinin, hiç bilmediği yepyeni bir gerçekle tanışmasının öyküsü... Ve bu öykü yeni bir kitabın konusu olabilir. Bizim şimdiki öykümüzse burada bitiyor.[1]
  • Irmaklar gibi kan akıtan nice insanlar var ki kahraman diye taç gitmişlerdir. Memleketin kurtarıcısı diye omuzlarda taşınmıştır. Tarih onlardan cani diye değil, kahraman diye bahseder.[2]

Kaynakça

[değiştir]
  1. Suçu kazıyın altından düzen çıkar
  2. Dostoyevski, Fyodor (2016). "Kadere Teslimiyet". Suç ve Ceza. Çeviren: Ali Çankırılı. Lacivert Yayıncılık. s. 365. ISBN 978-605-4985-24-1. 

Dış bağlantılar

[değiştir]
Suç ve Ceza ile ilgili daha fazla bilgiye Vikipedi'den ulaşabilirsiniz.