İnsanoğlunun en zor koşullar altında bile nazik, cesur, cömert, güzel ve güçlü olabileceğini gösterebilen herkesten ilham almalıyız.
Ben diğer çocuklar için buradayım. Buradayım çünkü önemsiyorum. Buradayım çünkü her yerde çocuklar ıstırap çekmekte Çünkü kırk bin insan her gün açlıktan ölmekte Buradayım çünkü o insanların çoğu çocuklar Anlamalıyız ki, fakirler her yanımızda ve biz onları görmezlikten geliyoruz. Anlamalıyız ki, bu ölümler önlenebilir! Anlamalıyız ki, üçüncü dünya ülkelerindeki insanlar da tıpkı bizim gibi düşünür, endişelenir, güler ve ağlar. Anlamalıyız ki, onlar bizim rüyalarımızı görüyor, biz de onların rüyalarını! Anlamalıyız ki, onlar biziz, biz de onlar! Rüyam; 2000 yılına kadar açlığı bitirebilmek! Rüyam; fakirlere bir şans verebilmek! Rüyam; her gün ölen kırk bin insanı kurtarabilmek! Rüyam gerçekleşebilir ve gerçekleşecek, Eğer hepimiz geleceğe bakıp oradaki parlayan ışığı görebilirsek. Eğer açlığı görmezlikten gelirsek o ışık sönecek. Eğer hepimiz yardımlaşır ve beraber çalışırsak o ışık yarının umuduyla büyüyecek ve özgürce parlayacak…”
Bu sabahtan sonra kendimi çok daha iyi hissediyorum. Oturup uzun uzun, ne kadar büyük kötülüklere muktedir olduğumuzu ilk elden keşfedişimin verdiği düş kırıklığı üstüne yazdım. Oysa en ağır koşullarda bile insan kalabilme gücü ve yeteneğini keşfetmekte olduğumu da yazmalıydım, ki bunu daha önce bilmezdim. Galiba aslolan, onur.[1]
Kuşları susturun bugün ölürsem
Bırakın pirinç kafeslerinin parmaklıklarının arasından gözlerini dikip
Annemin ağlamasını izlesinler
Saatlerin dümdüz suratlarını siyah kumaşla örtün
Ve alarmları kapatın
Derenin çamurlu suyunu da susturun
Fısıldayın dereye “O öldü, O öldü” diye
Bugün ölürsem
Yatağımın altındaki kâğıtları
Kömürden yapraklara dönene kadar yakın
Ki ölmüş sesim de sussun
Ve hatıramı utandırmasın
Bugün ölürsem
Kutusundan içmelisiniz sütü büyük bir şehvetle
Alışveriş merkezindeki bütün kör hayaletlerin
Ve kibirli mankenlerin
Ve alışveriş merkezi tanrılarının önünde
Kişneyip çığlık atmalısınız
Sağlam bir patırtı koparmalı
Sıkı bir şamata yapmalısınız orada
Öyle gürültülü olmalı ki
Kuşlar, gökyüzü, yağmur susmalı
Bugün ölürsem çıldırmalı ve özgür olmalısınız
O soğuk yüzlü mankenlere yaklaşıp
Ayakkabılarını çıkarmalı
Ve ayak parmakları var mı diye bakmalısınız
Ve eğer varsa
(Bence keskin olmayan koyu kahve tırnakları da vardır)
Manken eti nasılmış diye
Bir tadına bakmalısınız
Ayakkabılarını öpmelisiniz ve sakar dilinizle emmelisiniz
Bunu da ölmemiş olan alış-verişçi insanların
Ve parfüm standındaki bayanların önünde yapmalısınız
Herkese haykırmalısınız “O öldü, o öldü” diye
Ve benim hayal ettiklerimi yapmalısınız
Markete gidip
Elmalardan sulu ısırıklar alıp
Sonra elmaları geri koymalısınız
Doğru dürüst tanımadığınız insanları tutkuyla öpüp
Başlarını döndürmelisiniz.
Rachel, ölebileceğini düşünmüş müydü? Mutlaka. Ama o zaten çoktan hayatın öte yanına geçmişti. Gönüllü olarak büyük zulmün menziline yerleşmiş, insan olmanın o en çıplak, en uçucu halini paylaşıyordu. Artık dönemeyeceğini, aynı Rachel olamayacağını hissediyor, bunun coşkusuyla yanıp tutuşuyordu. Şehitlik mertebesinin cazibesi değildi gözlerini kamaştıran. Ne de ayrıcalıklı bir hayattan istifa etmenin kahramanca gururu peşindeydi. O, kendisini bütün dünyadan sorumlu hissedecek kadar saf, bütün dünyayı kendi bahçesi görecek kadar masumdu. Buldozerin altında kalan masumiyet, dünyanın yenilgisiydi. (Yıldırım Türker)
Vikipedi'de Rachel Corrie ile ilgili madde bulabilirsiniz.