Şeker Portakalı
Şeker Portakalı (orj. Meu Pé de Laranja Lima), Brezilyalı yazar José Mauro De Vasconcelos'un 1968 tarihli romanı.
Birinci Bölüm
[değiştir]"Dayıcığım."
"N'oldu, yavrum?"
Yaşı ilerlemiş bütün büyüklerin yaptığı gibi gözlü- ğünü burnunun ucuna indirmişti.
"Siz okumayı ne zaman öğrendiniz?"
"Aşağı yukarı altı-yedi yaşındayken."
"Peki insan beş yaşındayken okuyabilir mi?"
"Okur okumasına ama çocuğun yaşı henüz küçük olduğundan kimse öğretmeye yanaşmaz."
"Siz okumayı nasıl öğrendiniz?"
"Herkes gibi, alfabe kitabından. B'ye A'yı ekleyip BA yaparak."
"Herkes böyle mi öğrenmelidir?"
"Bildiğim kadarıyla evet."
"Herkes ama herkes mi?"
Beni kuşkuyla süzmüştü.
"Evet, Zezé, öğrenmek için herkesin öyle yapması lazım. Şimdi bırak da gazetemi okuyayım. Git bak baka- lım, bahçenin öbür ucundaki guava ağacı meyve vermiş mi?.."
İkinci Bölüm
[değiştir]Toprağı bir dal parçasıyla eşeledim ve homurdanmayı bıraktım. Ansızın nereden geldiğini bilmediğim bir ses duydum, yüreğimin yakınından gelmişti sanki:
"Bence ablan sonuna kadar haklı."
"Zaten herkes her zaman her konuda haklı. Haklı olmayan bir ben varım."
"Bu doğru değil. Bana dikkatle baksaydın sen de anlardın."
İrkilerek yerimden sıçradım ve körpecik ağaca baktım. Tuhaf bir durumdu, çünkü ben sürekli her şeyle konuşsam da yanıtların hep içimdeki küçük kuştan geldiğini zannederdim.
"Sen sahiden konuşuyor musun?"
“Söylediklerimi duymuyor musun?” diye karşılık verdi ve kıkırdadı. İçimden çığlık çığlığa oradan kaçmak geldi. Ama merakım beni yere çivilemişti.
"Sesin nereden çıkıyor?"
"Ağaçların sesi her taraftan çıkar. Yapraklardan, dallardan, köklerden... Kulağını gövdeme dayarsan kalp atışlarımı duyabilirsin."
Bir an tereddüt etsem de boyunun küçük olduğunu düşününce korkum geçti. Kulağımı dayadım ve derinlerden bir ses duydum, tik... tak...
"Duydun mu?" dedi.
"Söylesene. Senin konuşabildiğini herkes biliyor mu?"
"Hayır. Bir tek sen.”
"Sahiden mi?"
Alıntılar
[değiştir]- Yüksek sesle şarkı söyleyemediğim için, şarkıları içimden söylüyordum. Garipti ama, çok da hoş olabiliyordu.
- s. 13
- "Nerenle konuşuyorsun?" dedim.
- "Ağaçlar aynı anda her yanıyla konuşurlar. Yapraklar, dallar ve kökleriyle birlikte. Görmek ister misin? Kulağını gövdeme daya, kalbimin atışını dinle."
- s. 34
- Adamcağız kollarını açtı, beni göğsünde sevgiyle sıktı. "Ağlama yavrum," dedi. "Hep böyle duygulu bir çocuk olarak kalacaksın, pek çok ağlama fırsatı bulacaksın hayatta."
- s. 59
- İnsan yüreğinin, bütün sevdiklerini içine alabilmesi için büyük olması gerektiğini bilmelisin.
- s. 121
- Herkes doğması gerektiği biçimde doğar.
- s. 139
- Bir gün Dindinha bana, sevincin "yürekte ışıldayan bir güneş" olduğunu söylemiş, güneşin her şeyi mutlulukla aydınlattığını belirtmişti. Bu doğruysa, benim iç güneşim de şimdi her şeyi güzelleştiriyordu.
- s. 149
- Güçsüzlük beni sürekli bir uyku halinde tutuyordu. Günle geceyi ayıramaz olmuştum.
- s. 171
- Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum. Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve bir eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın birlikte ölmesi gereken bir şeydi. Kollarda, başta en ufak bir güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini yok eden şeydi.
- s. 184