Huzur (roman)
Görünüm
Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar tarafından yazılmış roman. 22 Şubat 1948 - 2 Haziran 1948 tarihleri arasında Cumhuriyet gazetesi tarafından tefrika edilmiş, 1949 yılında da kitap olarak tek cilt halinde basılmıştır.
Alıntılar
[değiştir]Birinci Bölüm: İhsan
[değiştir]- Eve döndüğünden beri, akrabasına karşı olan sevgisinin daha başka bir hal aldığına dikkat etti: "Acaba, hep alışkanlık mı? Hep yanımızdakileri mi seviyoruz?" dedi.
- Ne kadar mustarip olursanız olun, güneş bu ıstırabın arasında er geç bir çatlak buluyor, oradan altın bir ejder gibi kayıyor. Sizi iç mahzeninizden çıkarıyor, bir yığın imkanı bir masal gibi anlatıyor. Sanki, "Bana inan, ben her mucizenin kaynağıyım, her şey elimden gelir; toprağı altın yaparım. Ölüleri saçlarından tutup silker, uykularından uyandırırım. Düşünceleri bal gibi eritir, kendi cevherime benzetirim. Ben hayatın efendisiyim. Bulunduğum yerde yeis ve hüzün olamaz. Ben, şarabın neşesi ve balın tadıyım", diyordu.
- Hulasa, hayat dar, fakat tabiat geniş ve munisti.
- İnsan sade ölürken ayrılmıyor, arkada bırakmıyordu. Belki bütün ömrünce her an birçok şeyler onu arkada bırakıyordu. Sonra olduğu yerde birdenbire kabuklaşıyor, çok ince, görünmez bir şeyle o anda etrafında olanlardan ayrılıyordu. "Biz mi gidiyoruz, onlar mı?", sual buydu...
- Bazı eski medeniyetlerde ölenle eşyasının beraberce yanması veya gömülmesi ne güzel adetmiş... Fakat insan sade ölürken bırakmıyordu ki...
İkinci Bölüm: Nuran
[değiştir]- Vücutlarımız, birbirimize en kolay verebileceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır.
- Ona göre insan ruhunun en az tahümmül edebildiği şey, -belki daha ötesi olmadığı, kendimize mühlet vermeden yaşamağa mecbur olduğumuz için olacak- saadettir. Istırabın içinden geçeriz. Tıpkı çalılık, taşlık bir yolda yürür, bir bataktan kurtulmağa çalışır gibi ondan sıyrılmağa çalışırız. Fakat saadeti bir yük gibi taşırız ve bir gün farkında olmadan yolun bir ucunda, bir köşeye bırakıveriririz. Hapishanelere bakın, mahkeme zabıtlarını, günün olanını bitenini ince satırlarla bir köşeye kaydeden gazete kolleksiyonlarını karıştırın, daima bir gün kendi saadet yükünü taşımaktan bıktığı için bir tarafa atılıvermiş biçareleri görürsünüz. Mümtaz bunu bildiği gibi mesut olduklarını da biliyor ve onun için bu saadetin bir gün kaybolmasından korkuyordu.
Üçüncü Bölüm: Suat
[değiştir]- Niçin hayatımı en manasız şekilde budalaca yaşadıysam, niçin eğlendiysem, niçin içtiysem, niçin evlendiysem. Zamanı öldürmek için. Yaşamak için; çürümemek için!
- İnansaydım mesele değişirdi. Bilseydim ki vardır, insanlarla hiçbir davam kalmazdı. Yalnız onunla kavga ederdim. Her an bir yerde yakalar, bana hesap vermeğe mecbur ederdim. Ve zannederdim ki bana hesap vermeğe mecbur olurdu. Gel, derdim gel, yarattığın mahluklardan birisinin derisine bir an gir. Benim her gün yaptığımı yap. Bir tanesinin hayatım yirmi dört saat yaşa! Pek bedbahtına gitmene lüzum yok. Sen ki yaratıcısın, bilmemen, anlamaman kabil olmaz. Onun için herhangi birinin derisine gir. Ve kendi yalanını bir an bizimle beraber yaşa; bizim gibi yaşa. Yirmi dört saat bu bataklıkta küçük susuzlukların kurbağası ol!
- Asıl mesele toprağı ve insanı hayatımıza sokamamakta. Kırk üç bin köyümüz var; birkaç yüz kasabamız var. İzmit'ten öteye Anadolu'ya açılın; Hadımköy'den öteye Trakya'ya gidin. Birkaç kombinenin dışında hep eski şartların devamını görürsünüz. Coğrafya yer yer esniyor. Sıkı bir nüfus siyasetine, sıkı bir istihsal siyasetine başlamamız lazım. Öğretme ve yetiştirme işleri için de aynı zaruretlerle karşı karşıyayız. Birtakım mekteplerimiz var; birçok şeyler öğretiyoruz. Fakat hep eksik olan bir memur kadrosunu doldurmak için çalışıyoruz. Bu kadro dolduğu gün ne yapacağız? Çocuklarımızı muayyen yaşlara kadar okutmayı adet edindik. Bu çok güzel bir şey! Fakat günün birinde bu mektepler sadece işsiz adam çıkaracak, bir yığın yarı münevver hayatı kaplıyacak. O zaman ne olacak? Kriz. Halbuki maarifi istihsalin yardımcısı yapabiliriz ve dahili eşanjı arttırabiliririz. Bütün mesele burada. Dahili piyasayı genişletmekte. Yarı zirai, yarı sınai bir iş hayatı temin edebiliriz. O kadar hususi istihsal kaynaklarımız var ki...
- Yolun büyüğü, küçüğü yoktur. Bizim yürüyüşümüz ve adımlarımız vardır. Fatih, yirmi bir yaşında İstanbul'u fethetmiş. Descartes da yirmi dört yaşında felsefesini yapar. İstanbul bir kere fethedilir. Usul Üzerinde Konuşma da bir kere yazılır. Fakat dünyada milyonlarca yirmi bir, yirmi dört yaşında insan vardır. Fatih veya Descartes değillerdir diye, ölsünler mi? Kesif yaşasınlar yeter. Yani büyük yollar dediğiniz şeyin büyüklüğü bizim içimizdedir.
Dördüncü Bölüm: Mümtaz
[değiştir]- Şark, dedi. Canım şark. Dışarıdan miskin, budala, çaresiz, fakir. Fakat içinden hiç aldanmamağa karar vermiş. Bir medeniyet için bundan daha güzel ne olabilir? İnsanları içlerinden tatmin etmeği ne zaman öğreneceğiz? Ne zaman bu hoşça bak zatınanın manasını anlıyacaklar?
- Dünya, bensiz de mevcut. Kendi kendine mevcut. O berdevam. Ben bu devamın küçük bir çizgisiyim. Fakat varım, var olma kuvvetini bu devamın şuurunda buluyorum. O devamla başlangıç noktamdan hareket ettim ve belki ebediyet boyunca yürüyeceğim.
- Anormallik içinde normal hayat. Görüyorsunuz ya, dünyada olmaz sandığımız birçok şeyler oluyor. Tıpkı yarın harp olursa, bu ateş içinde yine hastaların, para sıkıntısı çekenlerin bulunması, hapishanelerde mahpusların ceza müddetlerini doldurmağa mecbur olması, muayyen saatlerde karnımızın acıkması gibi bir şey.