Doğu Perinçek: Revizyonlar arasındaki fark

Vikisöz, özgür söz dizini
[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmemiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Değişiklik özeti yok
Oğuzhan (mesaj | katkılar)
Reality006 tarafından değiştirilmiş 2010-09-20 18:36:47 tarihli sürüm geri getirildi
7. satır: 7. satır:
}}
}}
[[Dosya:Abdullah Öcalan - Doğu Perinçek.jpg|thumb|right|200px|[[Abdullah Öcalan]] ve [[Doğu Perinçek]], 22 Ekim 1989]]
[[Dosya:Abdullah Öcalan - Doğu Perinçek.jpg|thumb|right|200px|[[Abdullah Öcalan]] ve [[Doğu Perinçek]], 22 Ekim 1989]]
*Yağmacı Türk İşgalciler Kıbrıs'tan çekilmelidir.<br/>Türkiye'nin işgale dayanarak herhangi bir çözümü Kıbrıs'a zorla kabul ettirmesine karşıyız.<br/>Coğrafi federatif sistem adı altında Kıbrıs’ın fiilen taksim edilmesine Kıbrıs halklarının birbirinden tamamen koparılmasına karşıyız.<br/>Bugün Rum milliyeti Türk işgalcileri tarafından uygulanan milli baskılar altındadır. Kıbrıs’ta yağma ve talana son verilmelidir. (Aydınlık Yayınları - 1975 ''“Kıbrıs Meselesi”'' / ''Teori'' dergisi -Kasım 1993 sayı 47 s.16-20)<ref name=Baykam>[http://www.turklider.org/TR/EditModule.aspx?tabid=413&mid=2776&ItemID=816&ItemIndex=94 Bedri Baykam'dan, Dogu Perincek'e acik mektup ve tekzip]</ref>

*Türkiye'nin Kıbrıs'ı işgalinden sonra halkların birbirine kırdırılması, görülmedik bir noktaya ulaşmıştır. Türk işgalinin devam etmesi Yunan askerlerinin adada kalmasına neden olmakta, yeni katliam ve cinayetler için gerekli ortam yaratılmaktadır. Katliamların esas sorumlusu, Kıbrıs'ta yangınlar çıkaran iki süper devletle birlikte adadaki yabancı askeri kuvvetlerdir. (''Kıbrıs Meselesi'', s. 32)<ref name=Aksiyon>[http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/detaylar.do?load=detay&link=13874 Perinçek'e göre Kıbrıs Barış Harekatı işgal]</ref>
*Bugün Kıbrıs'ta durum nedir? Yabancı ülkelerin askeri müdahale ve işgalleri sonucunda Kıbrıs'ın bağımsızlığı yok edilmiştir. Kıbrıs topraklarının neredeyse yarıya yakını Türkiye'nin işgali altındadır. Bu bölgelerde egemen olan Türkiye devletinin otoritesidir. Kıbrıs bugün Türkiye'nin altmış sekizinci vilayeti durumundadır. İki gün önce "bağımsız Kıbrıs" sloganının şampiyonluğunu yapan Türkiye hükümeti Kıbrıs'ı işgal ettikten sonra ülkenin bağımsızlığa kavuşmasının önündeki esas engel haline gelmiştir. (''Kıbrıs Meselesi'', s. 33-34)<ref name=Aksiyon/>
*Türkiye hakim sınıfları, Kıbrıs'taki Türk toplumu üzerindeki baskıları ileri sürerek müdahalede bulundu. Yarın sözgelişi Türkiye'deki Kürt milliyetinin ezildiği ileri sürülerek yabancı bir devlet Türkiye'ye silahlı müdahalede bulunsa, bu müdahale haklı mı olacaktır? (''Kıbrıs Meselesi'', s. 46)<ref name=Aksiyon/>
*Kıbrıs'ın işgalinden önce Türkiye ile diğer Üçüncü Dünya ülkeleri arasında gelişen dostluk ilişkileri ağır bir darbe yemiştir. Türkiye'nin ABD emperyalistlerinin işbirlikçisi olarak Ortadoğu'da ikinci bir İsrail rolü oynaması, bölge halklarıyla dostluğu baltalamıştır.(''Kıbrıs Meselesi'', s. 51)<ref name=Aksiyon/>
*Kıbrıs'taki faşist [[Rauf Denktaş|Denktaş]] yönetimi, bu talan ve yağmayı kendi tekeline almak için kanun çıkarmak gereğini dahi duymaktadır. Cumhuriyet gazetesinin yazdığına göre, Türk birliklerinin işgali altındaki bölgede (KKTC'yi kastediyor) bir "Nereden buldun kanunu?" çıkartılacaktır. Bu kanun kişisel olarak yapılan yağmayı yasaklayarak, Rumların terk ettiği mallara, Faşist Denktaş yönetimi tarafından el konulmasını sağlayacaktır. Bütün bunlar Türk Ordusu'nun silahlı bekçiliği altında yapılmaktadır."(''Kıbrıs Meselesi'', s. 65)<ref name=Aksiyon/>
*Bugün özellikle Türkiye, Kıbrıs toplumlarının birlikte yaşayamayacağını ispat etmek için düşmanlığı körüklemekte ve süper devletlerin aleti olmaktadır. Çünkü Türkiye'nin Kıbrıs'la ilgili tezleri ve çözüm teklifleri tamamen düşmanlığı devam ettirmek temeli üzerine kurulmuştur. (''Kıbrıs Meselesi'', s. 31)<ref name=Aksiyon/>
*Ankara hükümeti, Lozan'da, Türkiye halkının büyük fedakarlıklarla kazandığı zaferin semerelerini toplamadı. Bağımsızlığımızı kayıtsız şartsız destekleyen Sovyetlerin dostluğuna sırt çevirdi. Emperyalistlerle uzlaştı. Bu uzlaşma, burjuvazinin karakterinden ileri geliyordu. Çünkü milli burjuvazi hızla zenginleşmek ve büyümek istiyordu, sınıf menfaatlerini Batı emperyalistleriyle uzlaşmada görüyordu. Kemalist burjuvazi, daha 1921 yılının ilk aylarından itibaren emperyalistlerle uzlaşmaya başlamıştı. Lozan emperyalizme karşı mücadelesinde dönüm noktası oldu.<br/>Lozan’da verilen tavizler sebebiyle, emperyalistler adım adım Türkiye’ye yeniden nüfuz ettiler ve sonuç olarak Türkiye yarı-sömürge olmaktan kurtulamadı. ''(Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) Davası Savunması'' s. 189-191)<ref name=Baykam/>
*İttihatçı komprodorlar, milli azınlıklar üzerinde de baskı ve katliam politikası uyguladı. Doğuda yüz binlerce Ermeni'yi katletti. Geri kalanlarını da yurtlarından sürdü. Arap ve Kürt milliyetçilerine çeşitli baskılar uyguladı. (''TİİKP Savunma'' s.154)<ref name=Baykam/>
*[[II. Abdülhamit|Abdülhamit]] satın aldığı Kürt beylerine kurduğu Hamidiye Alayları'nı Ermenilerin üzerlerine saldırtarak her iki milleti birbirine kırdırdı ve mücadelelerini yok etmeye çalıştı (...) Saltanatı Doğu Anadolu'da katledilen on binlerce emekçinin ve İstanbul sokaklarında öldürülen binlerce Ermeni'nin kanıyla boyandı. (''TİİKP Savunma'', s.146)<ref name=Baykam/>
*Bütün bunlara rağmen [[Kemalizm|Kemalist]] burjuvazi zaferden itibaren hızla zenginleşerek, emperyalistlerle uzlaşan Kemalist burjuvazi, devlet iktidarını kullanarak hızla büyüdü. İşçi ve köylüleri insafsızca sömürdü.<br/>Oysa Kurtuluş Savaşı'nın burjuva önderliği, halk kitleleriyle birleşmedi; tam tersine toprak ağalarıyla ittifak yaparak halkı baskı altına alan bir diktatörlük kurdu. Sovyetler Birliği ve dünya halklarıyla dostluğunu sağlamlaştırmadı; tam tersine emperyalistlerle uzlaştı.<br/>Kemalist iktidar, en tabii hakları için mücadele eden işçilere vahşice saldırdı. Ağır bir baskı rejimi kurdu. Yabancı patronları destekledi. Onların menfaatleri için işçileri katletti. İşçi sınıfının bütün hakları gasp edildi. Grev hakkı ve teşkilatlanması yasaklandı. İşçi sınıfımız boğaz tokluğuna çalıştırılarak, yerli ve yabancı patronların elinde köleliğe mahkum edilmek istendi. Burjuvazi, değişik milliyetlerden işçileri birbirlerine karşı kışkırtarak işçi sınıfını parçalamaya çalıştı. Irkçılığı körükledi. Yabancı kapitalistler de, azınlık işçileri çalıştırarak bu politikayı desteklediler. İşçi sınıfının her mücadelesi şiddetle bastırıldı. Senelerce zindan cezaları verildi. Polis, grev düzenleyebileceğinden şüphe ettiği kimseleri bile tutukladı, baskı altına aldı.<br/>Fiyatların hızla yükselmesi, karaborsa ve vurgunculuğun alıp yürümesi: halkın ağır bir açlık ve sefalete düşmesine neden oldu. İşsizlik had safhaya vardı. Tarım ürünlerinin fiyatlarındaki düşüş, geniş köylü yığınlarının daha da yoksullaşmasına, topraklarını toprak ağalarına kaptırmalarına yol açtı.Buhranın yükünü emekçi halkın sırtına vurmak için vergiler arttırıldı. Yeni vergiler kondu. İşçi sınıfı ve bütün halk üzerindeki sömürü ve zulüm tahammül edilmez bir hal aldı. Halkın her türlü demokratik hakkı gasp edildi. Her türlü teşkilatlanma yasaklandı. Kürt halkı üzerindeki eritme politikası hızlandırıldı.<br/>Fakat biz aynı zamanda, Kemalist diktatörlüğün işçi ve köylüleri ezen burjuva karakterini açıkça ortaya koyar ve onunla mücadele ederiz. Biz, Kemalist diktatörlük tarafından demokrasi isteği ve teşkilatlanması zorbalıkla bastırılan işçi sınıfının ve bütün Türkiye halkının, kurşunlanan işçilerin, insafsızca sömürülen köylülerin, defalarca katledilen Kürt milliyetinden halkın temsilcileriyiz. Bütün bunları uygulayan burjuvazinin sınıf diktatörlüğünün başındaki Atatürk’e karşıyız. Çünkü biz tarihin en ilerici sınıfı olan ve kendisiyle birlikte bütün halkı kurtaracak olan işçi sınıfının ihtilalcileriyiz. (''TİİKP Savunma'', s.193-211])<ref name=Baykam/>
*1938'de [[Atatürk]]'ün ölümüyle İş Bankası grubu en büyük koruyucusunu kaybetti. Büyük burjuvazinin "Milli Şef"i İsmet Paşa Cumhurbaşkanı oldu ve İş Bankası grubunun temsilcisi Celal Bayar iki ay sonra başbakanlıktan uzaklaştırıldı. 1930’lardan itibaren artan bir şekilde faşist tedbirler alan iktidar, savaşı bahane ederek halk üzerindeki baskı ve sömürüsünü yoğunlaştırdı. Savaş yıllarında İngiliz-Fransız emperyalistlerinden uzaklaşan ve Sovyet düşmanlığını temel alan CHP iktidarı faşist bir karakter kazandı. 1942’de kurulan Alman işbirlikçisi Saraçoğlu hükümeti, faşist terörü en yüksek noktaya ulaştırdı.<br/>Milli Şef’in faşist diktatörlüğü bunlarla da yetinmedi. 1944 yılında Milli Korunma Kanunu'na eklenen maddelerle işçi ve köylüler üzerindeki sömürü ve zulüm arttırıldı. Buna göre, "iş mükellefiyetine tabi olan kimseleri işyerlerine sevk için zabıta kuvveti kullanılabilir.”
*"[[İsmet İnönü|Milli Şef]]"in CHP'si savaş yıllarında jandarma dipçiği ve tahsildar zulmüyle faşist bir diktatörlük sürdürdü. İşte 12 Mart’tan sonraki faşist terör rejiminin uygulayıcıları olan [[Nihat Erim|Erim]]'ler, Melen'ler, Satır'lar, bu yıllarda yetiştiler.<br/>Açıkçası Türk yönetimi Antidemokratiktir ve Avrupa'dan gelen demokratik istemler karşısında zaman zaman görülen hırçınlık da aslında özgürlükleri kısıtlamada ısrardan kaynaklanıyor. Bu durumda Avrupa'nın itirazlarına bir yabancı düşmanlığı cereyanı yaratılarak karşı konulmak isteniyor.<br/>Avrupa insan hakları ve demokrasiyi savunan tutumuyla en azından 45 milyon "Türk"ün dostudur. Çıkarları özgürlüklere karşı olan küçük bir azınlık ise kendisini “Türk kavramıyla ne kadar özdeşleştirmeye çalışsa da Türklerin büyük çoğunluğunun karşısındadır. İktidar sahiplerinin Avrupa’dan gelen özgürlükçü telkinlere karşı "bağımsızlık" bayraklarını açmaları sanmıyoruz kimseyi aldatabilsin. Türkiye halkını baskı altına alan politikalar "bağımsızlık" adına savunulmaktadır. (''Osmanlı'dan Bugüne Toplum ve devlet'' s. 216)<ref name=Baykam/>
*Kürt milletinin kendi kaderini tayin hakkı, hiçbir zaman bir federasyona katılma ya da bir özerklik derecesine indirilemez. Kürt halkı isterse elbette Türk halkıyla bir federasyon içinde birleşebilir. Fakat ayrılma hakkını tanımaksızın, Kürt milletinin kaderini tayin özgürlüğünü federasyonla sınırlamak bu özgürlüğü reddetmekle birdir.<br/>Kürt milletinin kendi kaderini ne yönde tayin edeceğini halkların mücadelesi belirleyecektir. Kürt milleti, kendi kaderini ayrılma şeklinde tayin edebileceği gibi, birleşme şeklinde de tayin edebilir. İsterse, Türk halkıyla bir federasyon içinde birleşebilir. Türk devrimcileri, Kürt milletinin ayrılma hakkını savunurken, Kürt devrimcileri iki halkın birliği için çalışmalıdır.<br/>“TİİKP, Türkiye’nin iki kardeş halkının Demokratik Halk Cumhuriyeti içinde, eşit haklara sahip olarak birleşmelerine yönelen bir siyaset izler.<br/>Ancak birçok milliyetin tek bir devlet içinde birleşmeleri, ilk önce ayrılmalarını gerektirebilir. Birleşme, böyle bir yol izleyerek de gerçekleşebilir.<br/>Eğer Kürt ve Türk halkları, iradelerini devrimci bir birleşme yönünde kullanırsa, Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin yönetimine eşit haklarla katılacaklardır. Demokratik Halk Cumhuriyeti, milliyetler arasında, her alanda tam bir hak eşitliğini gerçekleştirecektir. Halk Cumhuriyeti içinde birleşmenin, hangi biçimde olacağını halkların hür iradesi tayin edecektir. Federasyon veya bölgesel özerklik biçimlerini seçmeye, halklar karar vereceklerdir. Kürt halkının temsilcileri, Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin yönetimine bütün kademelerde katılacaklardır. Kürtçe, Türkçe gibi resmi devlet dili olacaktır. Kürtlerin kültürleri üzerindeki her türlü baskı son bulacak, Kürt halkı, devrimci kültürünü, kendi milli özelliklerine uygun olarak serbestçe geliştirecektir. (''TİİKP Davası Savunma'' s. 428-431)<ref name=Baykam/>
*Ordu.... İşçilerin, köylülerin, Kürt halkının, yurtsever gençliğin ve aydınların mücadelesini bastırmak için kullanılmaktadır... Haklarını arayan işçiler karşısında her zaman patronların baskı ve şiddet aracı olan orduyu buldular. İşçilere sorulsun! Fabrikanın duvarlarını buldozerle yıkıp saldıran ordu birlikleri hangi sınıfın muhafızlığını yapmaktaydı? Kimin adımıdır Kozlu maden işçilerini kurşunlayıp öldürenler? Toprak ve Hürriyet için mücadele eden köylülere sorulsun. Hangi kuvvetin çizmeli kamçılı toprak ağalarına muhafızlık ettiğini onlar çok iyi biliyorlar. Ezilen Kürt halkına sorulsun! Ağrı’da, Dersim’de katledilen on binlerce Kürt köylüsünün çocukları ordunun gerçek niteliğini söyleyeceklerdir.<br/>Orduyu siyasal iktidarda pay sahibi haline getiren Milli Güvenlik Kurulu gibi kurumlar kaldırılmalıdır.<br/>Düzen bütün kurumlarını, DGM’sini, Başsavcısı’nı, Genel Kurmay Başkanı’nı, Sosyalist Parti’ye karşı harekete geçirdi... Seçimde Genel Kurmay Başkanı da Sosyalist Parti’ye karşı ağırlığını koyuyor. Kanun sınırını tanımayarak gazetelerin yorumlarıyla Sosyalist Parti’ye karşı muhtıra gibi açıklamalar yapıyor... Bu konunun üzerine gideceğiz. Çünkü, militarizm demokrasinin ve bağımsızlığın yolunu kesmiştir.<br/>Açık konuşalım bugün Türkiye’yi parlamento ve hükümet yönetmiyor. Devletin temel kararlarını Milli Güvenlik Kurulu, Özel Harp Dairesi ve MİT üçlüsünün oluşturduğu çekirdek belirliyor. Kontrgerilla Avrupa ülkelerinde açığa çıkarıldı. Türkiye’de hala yer altı faaliyetlerinde. Birbiri ardı sıra gelen tertiplerde ve şiddet olaylarında parmağı var.<br/>Militarizmin ülkemiz siyasetindeki gizli ve açık rolüne son vermeden demokrasi ve özgürlük kazanamayız. (''2000'e Doğru'' dergisi)<ref name=Baykam/>
*Kahramanları intihar eden bir milletin yargısı, başka bir devletin infaz memurluğuna dönüşür.<ref>[http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=1050578 Milliyet.com.tr]</ref>
*Kahramanları intihar eden bir milletin yargısı, başka bir devletin infaz memurluğuna dönüşür.<ref>[http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=1050578 Milliyet.com.tr]</ref>



14.20, 8 Ekim 2010 tarihindeki hâli

Doğu Perinçek
Doğum tarihi 17 Haziran 1942
Doğum yeri Gaziantep, Türkiye
Vikipedi maddesi
Vikiveri öğesi
Dosya:Abdullah Öcalan - Doğu Perinçek.jpg
Abdullah Öcalan ve Doğu Perinçek, 22 Ekim 1989
  • Yağmacı Türk İşgalciler Kıbrıs'tan çekilmelidir.
    Türkiye'nin işgale dayanarak herhangi bir çözümü Kıbrıs'a zorla kabul ettirmesine karşıyız.
    Coğrafi federatif sistem adı altında Kıbrıs’ın fiilen taksim edilmesine Kıbrıs halklarının birbirinden tamamen koparılmasına karşıyız.
    Bugün Rum milliyeti Türk işgalcileri tarafından uygulanan milli baskılar altındadır. Kıbrıs’ta yağma ve talana son verilmelidir. (Aydınlık Yayınları - 1975 “Kıbrıs Meselesi” / Teori dergisi -Kasım 1993 sayı 47 s.16-20)[1]
  • Türkiye'nin Kıbrıs'ı işgalinden sonra halkların birbirine kırdırılması, görülmedik bir noktaya ulaşmıştır. Türk işgalinin devam etmesi Yunan askerlerinin adada kalmasına neden olmakta, yeni katliam ve cinayetler için gerekli ortam yaratılmaktadır. Katliamların esas sorumlusu, Kıbrıs'ta yangınlar çıkaran iki süper devletle birlikte adadaki yabancı askeri kuvvetlerdir. (Kıbrıs Meselesi, s. 32)[2]
  • Bugün Kıbrıs'ta durum nedir? Yabancı ülkelerin askeri müdahale ve işgalleri sonucunda Kıbrıs'ın bağımsızlığı yok edilmiştir. Kıbrıs topraklarının neredeyse yarıya yakını Türkiye'nin işgali altındadır. Bu bölgelerde egemen olan Türkiye devletinin otoritesidir. Kıbrıs bugün Türkiye'nin altmış sekizinci vilayeti durumundadır. İki gün önce "bağımsız Kıbrıs" sloganının şampiyonluğunu yapan Türkiye hükümeti Kıbrıs'ı işgal ettikten sonra ülkenin bağımsızlığa kavuşmasının önündeki esas engel haline gelmiştir. (Kıbrıs Meselesi, s. 33-34)[2]
  • Türkiye hakim sınıfları, Kıbrıs'taki Türk toplumu üzerindeki baskıları ileri sürerek müdahalede bulundu. Yarın sözgelişi Türkiye'deki Kürt milliyetinin ezildiği ileri sürülerek yabancı bir devlet Türkiye'ye silahlı müdahalede bulunsa, bu müdahale haklı mı olacaktır? (Kıbrıs Meselesi, s. 46)[2]
  • Kıbrıs'ın işgalinden önce Türkiye ile diğer Üçüncü Dünya ülkeleri arasında gelişen dostluk ilişkileri ağır bir darbe yemiştir. Türkiye'nin ABD emperyalistlerinin işbirlikçisi olarak Ortadoğu'da ikinci bir İsrail rolü oynaması, bölge halklarıyla dostluğu baltalamıştır.(Kıbrıs Meselesi, s. 51)[2]
  • Kıbrıs'taki faşist Denktaş yönetimi, bu talan ve yağmayı kendi tekeline almak için kanun çıkarmak gereğini dahi duymaktadır. Cumhuriyet gazetesinin yazdığına göre, Türk birliklerinin işgali altındaki bölgede (KKTC'yi kastediyor) bir "Nereden buldun kanunu?" çıkartılacaktır. Bu kanun kişisel olarak yapılan yağmayı yasaklayarak, Rumların terk ettiği mallara, Faşist Denktaş yönetimi tarafından el konulmasını sağlayacaktır. Bütün bunlar Türk Ordusu'nun silahlı bekçiliği altında yapılmaktadır."(Kıbrıs Meselesi, s. 65)[2]
  • Bugün özellikle Türkiye, Kıbrıs toplumlarının birlikte yaşayamayacağını ispat etmek için düşmanlığı körüklemekte ve süper devletlerin aleti olmaktadır. Çünkü Türkiye'nin Kıbrıs'la ilgili tezleri ve çözüm teklifleri tamamen düşmanlığı devam ettirmek temeli üzerine kurulmuştur. (Kıbrıs Meselesi, s. 31)[2]
  • Ankara hükümeti, Lozan'da, Türkiye halkının büyük fedakarlıklarla kazandığı zaferin semerelerini toplamadı. Bağımsızlığımızı kayıtsız şartsız destekleyen Sovyetlerin dostluğuna sırt çevirdi. Emperyalistlerle uzlaştı. Bu uzlaşma, burjuvazinin karakterinden ileri geliyordu. Çünkü milli burjuvazi hızla zenginleşmek ve büyümek istiyordu, sınıf menfaatlerini Batı emperyalistleriyle uzlaşmada görüyordu. Kemalist burjuvazi, daha 1921 yılının ilk aylarından itibaren emperyalistlerle uzlaşmaya başlamıştı. Lozan emperyalizme karşı mücadelesinde dönüm noktası oldu.
    Lozan’da verilen tavizler sebebiyle, emperyalistler adım adım Türkiye’ye yeniden nüfuz ettiler ve sonuç olarak Türkiye yarı-sömürge olmaktan kurtulamadı. (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) Davası Savunması s. 189-191)[1]
  • İttihatçı komprodorlar, milli azınlıklar üzerinde de baskı ve katliam politikası uyguladı. Doğuda yüz binlerce Ermeni'yi katletti. Geri kalanlarını da yurtlarından sürdü. Arap ve Kürt milliyetçilerine çeşitli baskılar uyguladı. (TİİKP Savunma s.154)[1]
  • Abdülhamit satın aldığı Kürt beylerine kurduğu Hamidiye Alayları'nı Ermenilerin üzerlerine saldırtarak her iki milleti birbirine kırdırdı ve mücadelelerini yok etmeye çalıştı (...) Saltanatı Doğu Anadolu'da katledilen on binlerce emekçinin ve İstanbul sokaklarında öldürülen binlerce Ermeni'nin kanıyla boyandı. (TİİKP Savunma, s.146)[1]
  • Bütün bunlara rağmen Kemalist burjuvazi zaferden itibaren hızla zenginleşerek, emperyalistlerle uzlaşan Kemalist burjuvazi, devlet iktidarını kullanarak hızla büyüdü. İşçi ve köylüleri insafsızca sömürdü.
    Oysa Kurtuluş Savaşı'nın burjuva önderliği, halk kitleleriyle birleşmedi; tam tersine toprak ağalarıyla ittifak yaparak halkı baskı altına alan bir diktatörlük kurdu. Sovyetler Birliği ve dünya halklarıyla dostluğunu sağlamlaştırmadı; tam tersine emperyalistlerle uzlaştı.
    Kemalist iktidar, en tabii hakları için mücadele eden işçilere vahşice saldırdı. Ağır bir baskı rejimi kurdu. Yabancı patronları destekledi. Onların menfaatleri için işçileri katletti. İşçi sınıfının bütün hakları gasp edildi. Grev hakkı ve teşkilatlanması yasaklandı. İşçi sınıfımız boğaz tokluğuna çalıştırılarak, yerli ve yabancı patronların elinde köleliğe mahkum edilmek istendi. Burjuvazi, değişik milliyetlerden işçileri birbirlerine karşı kışkırtarak işçi sınıfını parçalamaya çalıştı. Irkçılığı körükledi. Yabancı kapitalistler de, azınlık işçileri çalıştırarak bu politikayı desteklediler. İşçi sınıfının her mücadelesi şiddetle bastırıldı. Senelerce zindan cezaları verildi. Polis, grev düzenleyebileceğinden şüphe ettiği kimseleri bile tutukladı, baskı altına aldı.
    Fiyatların hızla yükselmesi, karaborsa ve vurgunculuğun alıp yürümesi: halkın ağır bir açlık ve sefalete düşmesine neden oldu. İşsizlik had safhaya vardı. Tarım ürünlerinin fiyatlarındaki düşüş, geniş köylü yığınlarının daha da yoksullaşmasına, topraklarını toprak ağalarına kaptırmalarına yol açtı.Buhranın yükünü emekçi halkın sırtına vurmak için vergiler arttırıldı. Yeni vergiler kondu. İşçi sınıfı ve bütün halk üzerindeki sömürü ve zulüm tahammül edilmez bir hal aldı. Halkın her türlü demokratik hakkı gasp edildi. Her türlü teşkilatlanma yasaklandı. Kürt halkı üzerindeki eritme politikası hızlandırıldı.
    Fakat biz aynı zamanda, Kemalist diktatörlüğün işçi ve köylüleri ezen burjuva karakterini açıkça ortaya koyar ve onunla mücadele ederiz. Biz, Kemalist diktatörlük tarafından demokrasi isteği ve teşkilatlanması zorbalıkla bastırılan işçi sınıfının ve bütün Türkiye halkının, kurşunlanan işçilerin, insafsızca sömürülen köylülerin, defalarca katledilen Kürt milliyetinden halkın temsilcileriyiz. Bütün bunları uygulayan burjuvazinin sınıf diktatörlüğünün başındaki Atatürk’e karşıyız. Çünkü biz tarihin en ilerici sınıfı olan ve kendisiyle birlikte bütün halkı kurtaracak olan işçi sınıfının ihtilalcileriyiz. (TİİKP Savunma, s.193-211])[1]
  • 1938'de Atatürk'ün ölümüyle İş Bankası grubu en büyük koruyucusunu kaybetti. Büyük burjuvazinin "Milli Şef"i İsmet Paşa Cumhurbaşkanı oldu ve İş Bankası grubunun temsilcisi Celal Bayar iki ay sonra başbakanlıktan uzaklaştırıldı. 1930’lardan itibaren artan bir şekilde faşist tedbirler alan iktidar, savaşı bahane ederek halk üzerindeki baskı ve sömürüsünü yoğunlaştırdı. Savaş yıllarında İngiliz-Fransız emperyalistlerinden uzaklaşan ve Sovyet düşmanlığını temel alan CHP iktidarı faşist bir karakter kazandı. 1942’de kurulan Alman işbirlikçisi Saraçoğlu hükümeti, faşist terörü en yüksek noktaya ulaştırdı.
    Milli Şef’in faşist diktatörlüğü bunlarla da yetinmedi. 1944 yılında Milli Korunma Kanunu'na eklenen maddelerle işçi ve köylüler üzerindeki sömürü ve zulüm arttırıldı. Buna göre, "iş mükellefiyetine tabi olan kimseleri işyerlerine sevk için zabıta kuvveti kullanılabilir.”
  • "Milli Şef"in CHP'si savaş yıllarında jandarma dipçiği ve tahsildar zulmüyle faşist bir diktatörlük sürdürdü. İşte 12 Mart’tan sonraki faşist terör rejiminin uygulayıcıları olan Erim'ler, Melen'ler, Satır'lar, bu yıllarda yetiştiler.
    Açıkçası Türk yönetimi Antidemokratiktir ve Avrupa'dan gelen demokratik istemler karşısında zaman zaman görülen hırçınlık da aslında özgürlükleri kısıtlamada ısrardan kaynaklanıyor. Bu durumda Avrupa'nın itirazlarına bir yabancı düşmanlığı cereyanı yaratılarak karşı konulmak isteniyor.
    Avrupa insan hakları ve demokrasiyi savunan tutumuyla en azından 45 milyon "Türk"ün dostudur. Çıkarları özgürlüklere karşı olan küçük bir azınlık ise kendisini “Türk kavramıyla ne kadar özdeşleştirmeye çalışsa da Türklerin büyük çoğunluğunun karşısındadır. İktidar sahiplerinin Avrupa’dan gelen özgürlükçü telkinlere karşı "bağımsızlık" bayraklarını açmaları sanmıyoruz kimseyi aldatabilsin. Türkiye halkını baskı altına alan politikalar "bağımsızlık" adına savunulmaktadır. (Osmanlı'dan Bugüne Toplum ve devlet s. 216)[1]
  • Kürt milletinin kendi kaderini tayin hakkı, hiçbir zaman bir federasyona katılma ya da bir özerklik derecesine indirilemez. Kürt halkı isterse elbette Türk halkıyla bir federasyon içinde birleşebilir. Fakat ayrılma hakkını tanımaksızın, Kürt milletinin kaderini tayin özgürlüğünü federasyonla sınırlamak bu özgürlüğü reddetmekle birdir.
    Kürt milletinin kendi kaderini ne yönde tayin edeceğini halkların mücadelesi belirleyecektir. Kürt milleti, kendi kaderini ayrılma şeklinde tayin edebileceği gibi, birleşme şeklinde de tayin edebilir. İsterse, Türk halkıyla bir federasyon içinde birleşebilir. Türk devrimcileri, Kürt milletinin ayrılma hakkını savunurken, Kürt devrimcileri iki halkın birliği için çalışmalıdır.
    “TİİKP, Türkiye’nin iki kardeş halkının Demokratik Halk Cumhuriyeti içinde, eşit haklara sahip olarak birleşmelerine yönelen bir siyaset izler.
    Ancak birçok milliyetin tek bir devlet içinde birleşmeleri, ilk önce ayrılmalarını gerektirebilir. Birleşme, böyle bir yol izleyerek de gerçekleşebilir.
    Eğer Kürt ve Türk halkları, iradelerini devrimci bir birleşme yönünde kullanırsa, Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin yönetimine eşit haklarla katılacaklardır. Demokratik Halk Cumhuriyeti, milliyetler arasında, her alanda tam bir hak eşitliğini gerçekleştirecektir. Halk Cumhuriyeti içinde birleşmenin, hangi biçimde olacağını halkların hür iradesi tayin edecektir. Federasyon veya bölgesel özerklik biçimlerini seçmeye, halklar karar vereceklerdir. Kürt halkının temsilcileri, Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin yönetimine bütün kademelerde katılacaklardır. Kürtçe, Türkçe gibi resmi devlet dili olacaktır. Kürtlerin kültürleri üzerindeki her türlü baskı son bulacak, Kürt halkı, devrimci kültürünü, kendi milli özelliklerine uygun olarak serbestçe geliştirecektir. (TİİKP Davası Savunma s. 428-431)[1]
  • Ordu.... İşçilerin, köylülerin, Kürt halkının, yurtsever gençliğin ve aydınların mücadelesini bastırmak için kullanılmaktadır... Haklarını arayan işçiler karşısında her zaman patronların baskı ve şiddet aracı olan orduyu buldular. İşçilere sorulsun! Fabrikanın duvarlarını buldozerle yıkıp saldıran ordu birlikleri hangi sınıfın muhafızlığını yapmaktaydı? Kimin adımıdır Kozlu maden işçilerini kurşunlayıp öldürenler? Toprak ve Hürriyet için mücadele eden köylülere sorulsun. Hangi kuvvetin çizmeli kamçılı toprak ağalarına muhafızlık ettiğini onlar çok iyi biliyorlar. Ezilen Kürt halkına sorulsun! Ağrı’da, Dersim’de katledilen on binlerce Kürt köylüsünün çocukları ordunun gerçek niteliğini söyleyeceklerdir.
    Orduyu siyasal iktidarda pay sahibi haline getiren Milli Güvenlik Kurulu gibi kurumlar kaldırılmalıdır.
    Düzen bütün kurumlarını, DGM’sini, Başsavcısı’nı, Genel Kurmay Başkanı’nı, Sosyalist Parti’ye karşı harekete geçirdi... Seçimde Genel Kurmay Başkanı da Sosyalist Parti’ye karşı ağırlığını koyuyor. Kanun sınırını tanımayarak gazetelerin yorumlarıyla Sosyalist Parti’ye karşı muhtıra gibi açıklamalar yapıyor... Bu konunun üzerine gideceğiz. Çünkü, militarizm demokrasinin ve bağımsızlığın yolunu kesmiştir.
    Açık konuşalım bugün Türkiye’yi parlamento ve hükümet yönetmiyor. Devletin temel kararlarını Milli Güvenlik Kurulu, Özel Harp Dairesi ve MİT üçlüsünün oluşturduğu çekirdek belirliyor. Kontrgerilla Avrupa ülkelerinde açığa çıkarıldı. Türkiye’de hala yer altı faaliyetlerinde. Birbiri ardı sıra gelen tertiplerde ve şiddet olaylarında parmağı var.
    Militarizmin ülkemiz siyasetindeki gizli ve açık rolüne son vermeden demokrasi ve özgürlük kazanamayız. (2000'e Doğru dergisi)[1]
  • Kahramanları intihar eden bir milletin yargısı, başka bir devletin infaz memurluğuna dönüşür.[3]
Doğu Perinçek ile ilgili daha fazla bilgiye Vikipedi'den ulaşabilirsiniz.

Kaynakça