Osman Nuri Topbaş: Revizyonlar arasındaki fark

Vikisöz, özgür söz dizini
[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Vakanüviss (mesaj | katkılar)
Değişiklik özeti yok
Turgut46 (mesaj | katkılar)
Kaynak eklendi.
Etiketler: Mobil değişiklik Mobil ağ değişikliği
3. satır: 3. satır:
*Etrafına merhamet nazarıyla bir bak ve düşün: Sen niye sağlam, sağlıklı ve varlıklısın; o niye sakat, hasta ve muhtaç?.. Çünkü Allah onu sana emanet etti ve seni ondan mes'ûl kıldı
*Etrafına merhamet nazarıyla bir bak ve düşün: Sen niye sağlam, sağlıklı ve varlıklısın; o niye sakat, hasta ve muhtaç?.. Çünkü Allah onu sana emanet etti ve seni ondan mes'ûl kıldı


*Sertliğin aşırısı kin doğurur. Hoşgörünün fazlası da otoriteyi zayıflatır. Başarı, bu ikisi arasında dengeyi sağlayabilmekle mümkündür.
*Sertliğin aşırısı kin doğurur. Hoşgörünün fazlası da otoriteyi zayıflatır. Başarı, bu ikisi arasında dengeyi sağlayabilmekle mümkündür.<ref>{{web kaynağı|son= Topbaş |ilk= Osman Nuri |url=https://twitter.com/osmannuritopbas/status/724657531948281856 |başlık= Osman Nuri Topbaş - "Sertliğin aşırısı kin doğurur. Hoşgörünün fazlası da otoriteyi zayıflatır. Başarı, bu ikisi arasında dengeyi sağlayabilmekle mümkündür. | |yayıncı= Twitter |tarih= 25 Nisan 2016|erişimtarihi= 12 Mayıs 2016}}</ref>


*Cenâb-ı Hak, İslâm ile murâd ettiği “kâmil insan” modelini, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şahsında sergilemiş, O’nu bütün insanlık âlemi için emsalsiz bir örnek şahsiyet kılmıştır.
*Cenâb-ı Hak, İslâm ile murâd ettiği “kâmil insan” modelini, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şahsında sergilemiş, O’nu bütün insanlık âlemi için emsalsiz bir örnek şahsiyet kılmıştır.
104. satır: 104. satır:


*Cihânın en hayırlı ve mes’ûd insanları, Kur’ân-ı Kerîm’in gölgesi altında yaşayan, onun hayat nûru ile nûrlanan ve onda fânî olanlar, yâni canlı bir Kur’ân hâline gelebilenlerdir.
*Cihânın en hayırlı ve mes’ûd insanları, Kur’ân-ı Kerîm’in gölgesi altında yaşayan, onun hayat nûru ile nûrlanan ve onda fânî olanlar, yâni canlı bir Kur’ân hâline gelebilenlerdir.

== Kaynakça ==
{{kaynakça}}


[[Kategori:Kişiler-O]]
[[Kategori:Kişiler-O]]

14.14, 12 Mayıs 2016 tarihindeki hâli

  • Tesettür, cinsiyeti evde bırakıp, şahsiyetle dışarı çıkmaktır.
  • Etrafına merhamet nazarıyla bir bak ve düşün: Sen niye sağlam, sağlıklı ve varlıklısın; o niye sakat, hasta ve muhtaç?.. Çünkü Allah onu sana emanet etti ve seni ondan mes'ûl kıldı
  • Sertliğin aşırısı kin doğurur. Hoşgörünün fazlası da otoriteyi zayıflatır. Başarı, bu ikisi arasında dengeyi sağlayabilmekle mümkündür.[1]
  • Cenâb-ı Hak, İslâm ile murâd ettiği “kâmil insan” modelini, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şahsında sergilemiş, O’nu bütün insanlık âlemi için emsalsiz bir örnek şahsiyet kılmıştır.
  • Tarihte hayatının tamamı en küçük teferruâtına kadar tespit edilebilen tek insan, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. İslâm kültüründe yazılan bütün eserler, bir kitabı ve bir insanı îzâh edebilme gayretinin mahsûlüdür.
  • Fahr-i Kâinât Efendimiz’in hayatı; bütün renk, âhenk ve çeşnisiyle en müstesnâ çiçeklerle bezenmiş bir cennet bahçesini andırır ki, arayanlar, kendileri için güllerin en güzellerini o gülistanda bulabilirler.
  • Aşk tohumu, ancak O’nun muhabbet toprağında yeşerir. O, gönle bereket ve feyiz menbaıdır. O’nun muhabbet toprağı, nice taşlaşmış gönülleri bir mücevher sâfiyetine yükseltmiştir.
  • Kulu, Allâh’a muhabbet deryâsına götürecek olan yegâne rahmet ve muhabbet pınarı, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. Çünkü Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e muhabbet, Allâh’a muhabbet; O’na itâat, Allâh’a itâat; O’na isyan, Allâh’a isyân mâhiyetindedir.
  • Firavunun sihirbazlarındaki şerefli tavır, bizlere örnek olmalıdır.
  • Bilmelidir ki; nefsânî menfaat ve arzular; rûhumuza serpilen zehirlerdir. Her biri rûhânî hayatımıza vurulan zincirler mesâbesindedir. İlâhî ahlâka da ancak bu nefsânî zincirler koparıldıktan sonra ulaşılabilir.
  • İnsan, sevdiğine, sevdiği kadar fedakârlık yapar.
  • İnsan muhabbet duyduğu kişinin kaderinden pay alır.
  • Takvâ hayatı yaşamak demek; Cenâb-ı Hakk’a dost olabilmek, cenneti kazanabilmek, cennetin güzelliklerinden, derinliklerinden, ilâhî ikramdan anlayabilecek bir kalbe dünyada sahip olabilmek demektir.
  • Tarihte hayatının tamamı en küçük teferruâtına kadar tespit edilebilen tek insan, Hazret-i Peygamber(s.a.v.)dir.
  • İslâm kültüründe yazılan bütün eserler, bir kitabı ve bir insanı îzâh edebilme gayretinin mahsûlüdür.
  • Fahr-i Kâinât Efendimiz’in hayatı; bütün renk, âhenk ve çeşnisiyle en müstesnâ çiçeklerle bezenmiş bir cennet bahçesini andırır ki, arayanlar, kendileri için güllerin en güzellerini o gülistanda bulabilirler.
  • Aşk tohumu, ancak O’nun muhabbet toprağında yeşerir. O, gönle bereket ve feyiz menbaıdır. O’nun muhabbet toprağı, nice taşlaşmış gönülleri bir mücevher sâfiyetine yükseltmiştir.
  • Allâh’a ve peygamberlerin gösterdiği yola muhâlefet edip mü’minlere zulmedenlerin, er-geç ilâhî kudretin acı azâbı ve intikam tecellîleri ile karşılaşmaları, kaçınılmaz ve değişmez bir ilâhî kânundur.
  • Ümmeti olma şeref ve bahtiyarlığına nâil olduğumuz Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in ebedî kurtuluş dâvetini insanlığa duyurabilmek için canhıraş bir şekilde vermiş olduğu mücâdeleyi unutmayıp, O’nun bu sünnetini, ümmeti olarak ne kadar yaşayabildiğimizi ve “Allâh’ın yeryüzündeki şâhitleri” vasfına ne kadar lâyık olabildiğimizi sık sık muhâsebe etmeliyiz.
  • Ne mutlu, Peygamber Efendimiz’in ve Ashâb-ı Kirâm’ın aşkından hisse alarak kalblerini îman vecdiyle, gönüllerini Kur’ân rûhâniyetiyle, ruhlarını hizmet neş’esiyle, vicdanlarını güzel ahlâkın berraklığıyla süsleyip ebedî saâdetin mânevî hazzı içinde yaşayan mü’minlere…
  • Ashâb-ı kirâm ve Hak dostları, Allâh Rasûlü’nün mübârek şahsiyetinden gerektiği gibi hisse alarak O’nda fânîleştikleri için, hayatları boyunca sergiledikleri bütün davranış güzellikleri, esâsen O Varlık Nûru’nun ahlâk-ı hamîdesinden akseden fazîlet numûneleri hükmündedir. Zîrâ nerede bir güzellik varsa, O’ndan bir akistir. Âlemde bir çiçek bile açılmaz ki, O’nun nûrundan olmasın! O ki, o yüzden varız.
  • Peygamber Efendimiz’e her bakımından bağlılık ve itaat şarttır. Zîrâ bu bağlılık ve itaat, Hakk’a muhabbetin bel kemiğini oluşturur.
  • Hakîkat-i Muhammediyye’ye yaklaşabilmek, akıldan ziyâde gönül ve teslîmiyet işidir. Hakîkat-i Muhammediyye karşısında bizim idrâkimiz, metafizik hâdiseleri kavrama husûsunda bir çocuk idrâkinden farksızdır.
  • Hazret-i Peygamber’e muhabbetin en güzel ve mânâlı tezâhürü, O’na ittibâdır. “Seven sevdiğinin her şeyini sever” düstûrunca Habîb-i Kibriyâ’ya fiilen ve hâlen ittibâ şarttır. Ayrıca Rasûlullâh Efendimiz’e muhabbet, mâsivâdan herhangi bir varlığa temâyüldeki tehlikelerden de münezzehtir.
  • Dünya, ezelle ebed arasında rûhun bir gurbet diyârıdır. Bayram, sürûr ve ıztıraplarla dolu bu gurbet âleminde Rabbin kullarına ihsân ettiği bir sürûr günüdür.
  • Bu sürûr gününde bir mü’mine yakışan;kimsesizlerin, sahipsizlerin yanı başında olarak gönüllerini hoş etmek ve Cenâb-ı Hakk’ın vermiş olduğu imkanları onların istifâdesine sunmaktır.
  • Şüphesiz ki, muhabbetin en büyük alâmeti itaattir; sevilen uğrunda fedakârlıktır. Seven, sevdiğine gönlündeki muhabbet sayesinde tâbî olur.
  • Muhabbetin Allâh’a yöneltilmesi, önce nûr-i Muhammedî’yi, sonra Hazret-i Peygamber’in muazzez varlığını, Hak dostlarını, daha sonra da bir hûni gibi genişleyerek Allah katında makbûl her varlığı, makbûliyet derecelerine göre sevmeyi îcâb ettirir.
  • Vâsıl-ı ilallâh olabilmenin sırrı, Allâh’ın kitabına ve Varlık Nuru’nun sünnet-i seniyyesine, yâni yüksek ahlak ve davranışlarına hulûsi kalb ile yakınlaşabilmek, Allâh ve Rasûlü’nün sevdiklerine muhabbet, zıtlarına da nefretledir.
  • İnsan, bu imtihan âleminde muhabbet ettiği varlığın buna liyakati nispetinde bir netice elde eder. Bu demektir ki, sonsuz bir muhabbet kabiliyeti ile yaratılmış olan insan kalbi, fıtrî olan sevme temâyül ve vasfını ancak Cenâb-ı Hakk’a yönelttiği takdirde muhabbette kemâle ulaşabilir.
  • Âkıbetini düşünen her akıl sahibi, kolayca anlar ki, sonsuz isteklere, zevk u safâlara, gel-geç fânî sevdalara bir sınır çizmek, muhabbetleri ilâhî maksada yönlendirmek, yaratılış gâyesinin zarûretidir.
  • Bir insan, Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyyeye tâbî olmadan, Rasûlullâh’ın örnek hayatıyla istikâmetlenmeden kâmil bir mü’min olamaz.
  • Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; Nebî, Rasûl, Habîbullah, Fahr-i Âlem, Rasûl-i Ekrem gibi hürmetkâr ve muhabbet dolu ifâdelerle yâd edilmeli, ism-i şerîfi her zikredildiği anda O’na tam bir teslîmiyetle salât ü selâm getirilmelidir.
  • Gönüller muhabbet-i Rasûlullâh’ta ne mertebeye vasıl olursa, dünyâda nâil olunacak huzur ve saâdet, âhirette ulaşılacak makam, o nisbette yüce olur.
  • Muhakkak ki mü’min, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- karşısında ilâhî ürperişlerini ve bediî duygularını hissettiği, rûhunu nefsâniyete âit bütün çizgi ve görüntülerden boşalttığı vakit, O’nunla aynılaşma, O’nun muhabbetinden hisse alma yolundadır.
  • Olgunluğa erişmiş mü’minler için geceler, derûnundaki sükûnet ve feyiz dolayısıyla müstesna bir ganimettir.
  • Herkes uyurken uyanık olmak, Mevlâ-yı Müteâl’in rahmet iklimine girmek, muhabbet ve merhamet meclisine dâhil olan müstesnâ kullardan olmak demektir.
  • Gönüllerde aşk ve muhabbet-i ilâhiyyenin şiddeti ne kadarsa, gece namazına ve tesbihâta rağbet ve riâyet de o derecede tezâhür eder.
  • Geceler, azâb-ı ilâhîden kurtuluş için en mühim ilticâ vakitleridir.
  • Gece, tatlı ve yumuşak yatakları sırf Allâh Teâlâ’nın rızâ-yı şerîfi için terk ederek ilâhî huzura yalnızca muhabbet ve aşk sebebiyle baş koyma zamanıdır.
  • Eğer mü’min, geceyi gayeli kullanıp zikrin rûhâniyetinden nasip alabilirse gecesi gündüzünden daha aydınlık olur.
  • Seherde başlayan tevhîdin rûhâniyeti günlerimizi ve gönüllerimizi ihâta ederse, son nefesimiz yâni dünyâda her şeye büyük vedâ ânı da, kelime-i tevhîdin rûhâniyeti ile inşâallâh bir şeb-i arûsa dönüşür.
  • Seherlerde getirilen salevât-ı şerîfenin kıymeti pek yücedir. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e karşı bir muhabbet ve heyecan vesilesidir.
  • Gecelerin feyzinden istifâdeyi ihmâl edenler, sabaha yorgun ve uyuşuk çıkarak gündüzün bereketinden mahrum kalırlar.
  • Kalbler, ancak Hak Teâlâ ile beraberlik sâyesinde, yâni kalbin bir nazargâh-ı ilâhî hâline gelmesi neticesinde uyanır. Bunun en feyizli yolu ise bilhassa seherlerde îfâ edilen zikirlerdir.
  • Dostluk, müsbet veya menfî vasıflardaki müştereklikten kaynaklanır.
  • İki din kardeşi, birbirini yıkayan iki el gibidir. Tıpkı Muhâcir ve Ensar gibi...
  • Dostluk, iki gönül arasındaki cereyan hattıdır. Bu cereyanla, yâni muhabbet neticesinde sevilenin her hâli, sevgisi nisbetinde sevene sirâyet eder.
  • Allâh için gerçek dostluk, bedenleri ayrı olan iki varlığın bir kalbde yaşamasıdır.
  • Sevenler, sevdiklerini dâimâ gönüllerinde taşırlar ve aslâ hatırlarından çıkarmazlar.
  • İlâhî ünsiyetin yolu muhabbettir. Sevilenleri taklittir.
  • Sevenler, sevdiklerinden geleni hoş karşılamak mecbûriyetindedirler. Gönlü aşk ile dolu olan kul, Rabbinden gelen her şeyi sevgisi nisbetinde gönülden kucaklar.
  • Cihânın en hayırlı ve mes’ûd insanları, Kur’ân-ı Kerîm’in gölgesi altında yaşayan, onun hayat nûru ile nûrlanan ve onda fânî olanlar, yâni canlı bir Kur’ân hâline gelebilenlerdir.

Kaynakça

  1. Topbaş, Osman Nuri (25 Nisan 2016). "Osman Nuri Topbaş - "Sertliğin aşırısı kin doğurur. Hoşgörünün fazlası da otoriteyi zayıflatır. Başarı, bu ikisi arasında dengeyi sağlayabilmekle mümkündür". Twitter. Erişim tarihi: 12 Mayıs 2016.