Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Revizyonlar arasındaki fark

Vikisöz, özgür söz dizini
[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
BSRF (mesaj | katkılar)
k yazım yanlışı
48. satır: 48. satır:
[[Kategori:Kişiler-Y]]
[[Kategori:Kişiler-Y]]
[[Kategori:Türk yazarlar]]
[[Kategori:Türk yazarlar]]
[[Kategori:Diplomatlar]]
[[Kategori:Türk diplomatlar]]
[[Kategori:Türk şairler]]
[[Kategori:Türk şairler]]
[[Kategori:Romancılar]]
[[Kategori:Romancılar]]

09.04, 23 Mart 2018 tarihindeki hâli

Yakup Kadri Karaosmanoğlu

Yakup Kadri Karaosmanoğlu (27 Mart 1889 – 3 Aralık 1974); Türk romancı, gazeteci, şair ve diplomat.

Sözler

  • Atatürk, kendisini unutmayanlar için, tükenmez bir enerji ve optimizma kaynağıdır ve onu unutturmamak hepimize kutsal bir vatan borcudur.[1]
  • Gerek hikâye ettiğim vak'a, gerek tasvir ettiğim eşhas tamamiyle muhayyeldirler. Eğer bunlar bazı kimselere hakikatte vaki ve mevcut gibi görünüyorlarsa, bunu bir romancı sıfatıyla kendim için bir muvaffakiyet telakki ederim. Zira herhangi bir romancının ilk endişesi yarattığı tiplere kuvvetli bir hakikat çeşnisi verebilmektir.[2]

Eserleri

"Bu aydınlığın altında, bu eşyanın sanki küflenen, dökülen bir hali vardı."
Kiralık Konak
"Hayatta hiçbir şey olgun bir erkeğin ağlaması kadar yürek paralayıcı değildir."
Hüküm Gecesi
"Zehir yudum yudum içilmez. Onu, bir hamlede yutmak lâzımdır"
Hep O Şarkı

Nur Baba (1922)

  • Renksiz, kokusuz, fakat sula dolu billur bir kadehe benzeyen hayatını, durup dururken, yarı can sıkıntısı, yarı inat, yarı tecessüsle kokulu bir çirkefe batırıp çıkarmış ve bundan marazi bir zevk duymuştu.

Kiralık Konak (1922)

  • Zamanlar artık eski zamanlar değil, iki sene içinde pek çok adetler değişti. Kışın konaklarda, yazın yalılarda oturan aileler gittikçe azalmaktadır. Hele, Mısırlıların üşüşmelerinden sonra Boğaziçi'nde yalısı, köşkü olup da kiraya vermekten sakınanlara ya çok zengin, ya çok hesapsız gözüyle bakılıyor.
  • Kızmak veya gücenebilmek için mutlaka biraz anlamak lazımdır.
  • Naim Efendi, ölü konağın yalnızlık nöbetinde bütün umutlarını, bağlarını, değerlerini yitirmiş sonsuz bir yorgunluktadır.
  • Odanın yekpare camlarından eşyanın üzerine kirli bir aydınlık sızıyordu. Bu aydınlığın altında, bu eşyanın sanki küflenen, dökülen bir hali vardı. Seniha kendisinin de bu kirli aydınlığın altında bu eşya ile beraber küflendiğini hissetti. Ayağa kalktı, alnını cama dayadı ve dışarıya baktı. Ağaçlar soyulmuş, havuz, dökülmüş yaprak tabakaları altında görülmez olmuştu. Sonbahar denilen mevsim ne hazin bir mevsimmiş! Bu, adeta yazın çürüyüşü, parça parça çürüyüp dökülüşü gibi bir şeydi.
  • Şiirdeki aşkla hayattaki aşk ne kadar birbirine benzemiyormuş.
  • Bir zorluk önünde yalnız başına kaldığı vakit, fazla düşünmekten, fazla sıkılmaktan kurtulmak için, daima çarelerin ilk hatıra gelenine, tedbirlerin en basitine, en acelesine müracaat ederdi; yani hiçbir şeyi halletmez, fakat başından savardı.

Hüküm Gecesi (1927)

  • Hayatta hiçbir şey olgun bir erkeğin ağlaması kadar yürek paralayıcı değildir.

Sodom ve Gomore (1928)

  • Bu bulutlar nereye gidiyor? Ben de onlara katılsam, dedi. Ruhumun bu bozgun gecesinde bana sizden başka kim yoldaşlık edebilir?
  • Hepsi de temiz, lekesiz, düzgün elbiselerinin altında kaba ve gür hayvanlığın bütün ayıplarını ve bütün perişanlıklarını gizlemekte onlar kadar usta idi.

Ankara (1934)

  • Türk kadınları, çarşaf ve peçelerini işe gitmek, çalışmak için daha kolaylık olur diye çıkarıp atacaklardı. Onlar için cemiyet hayatına atılmanın manası yalnız bu çeşit salon cemiyetlerine karışmak olmayacaktı. Evet, Türk kadını, hürriyetini dans etmek, tırnaklarını boyamak ve Rue de la Paix'nin kanunlarına esir bir süslü kukla olmak için değil, yeni Türkiye'nin kuruluşunda ve kalkınışında kendisine düşen ciddi ve ağır vazifeyi görmek için isteyecekti, kullanacaktı. Ve Türk erkekleri, garplılaşma hareketini, Tanzimat beyinin Garpperestliğiyle, alafrangalığıyla bir ayarda tutmayacaktı. Milliyetçi Türk Garpçısı için Garpçılığın en karakteristik vasfı Garplılığa Türk üslubunu, Türk damgasını vurmaktır. Şapka bize hakim değil, biz şapkaya hakim olmalıydık.
  • Bütün Ankara'da da böyle gösterişsiz bir sevinme vardı. Bu bayraksız, donanmasız, davulsuz, zurnasız bir zafer bayramı oldu. Çünkü, sevinç, yakın topraklardaki sular gibi, hep içe çekilmiş, yüreklere sinmişti.
  • Kadının hürriyeti demek, hiçbir hususta erkeğine muhtaç olmaması, ondan bir şey beklememesi, ona tabi bulunmaması idi. Selma Hanım, her şeyden evvel, bu tufeyli vaziyetinden, bu lüks eşya halinden kurtulmak istiyordu.
  • Hayatta sevmenin ve sevilmenin bin türlü şekli vardı. Ona göre, sevgi öncesizdi, sevgi sonrasızdı.

Yaban (1936)

  • Bir gün... Bir gün, onlara, ispat edebilecek miyim ki, ben bir 'yaban' değilim? Benim damarlarımdaki kan onların damarlarında işleyen kandır. Aynı dili söylemekteyiz. Aynı tarihi ve coğrafî yollardan, hep birlikte gelmişizdir. İspat edebilecek miyim ki, aynı Allah'ın kuluyuz!
  • Zavallı köylü çocuğu! Sen, iki üvey ananın yavrususun. Biri demin seni döven anandır, öbürü de seni her gün döven, doğduğundan beri döven yurdundur. İkisinin acısı arasında, böyle kavrulup gitmişsin.
  • Eğer, bilmiyorlarsa kabahat kimin? Kabahat, benimdir. Kabahat, ey bu satırları heyecanla okuyacak arkadaş; senindir. Sen ve ben onları, yüzyıllardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde, herkesten, her şeyden ve her türlü yaşamak zevkinden yoksun bir avuç kazazede halinde bırakmışız. Açlık, hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmiştir. Ve cehalet denilen zifiri karanlık içinde, ruhları, her yanından örülü bir zindanda gibi mahpus kalmıştır. Bu zavallı insanlardan, sevgi, şefkat ve insanlık namına artık ne bekleyebiliriz? Bu iklimin çoraklığı, ruhlarını kurutmuştur. Bu ıssızlık ve bu gurbet onlara müthiş bir egoizm dersi vermiştir. Onun için her biri kendi yuvasında bir kunduza dönüşmüştür.
  • Acaba, doğduğu günden beri, bir defa olsun, hiçbir şeye güldü mü?
  • Okumuş bir İstanbul çocuğu ile bir Anadolu köylüsü arasındaki fark, bir Londralı İngiliz bir Pencaplı Hint arasındaki farktan daha büyüktür.

Bir Sürgün (1937)

  • Muvaffakiyet denilen şey, tayini güç bir sürü amillere, sebeplere ve hatta tesadüflere bağlıdır. Hususiyle, içinde yaşadığımız şu muasır cemiyetin çapraşık mekanizmasında, her ehliyetin kendine bir yol bulup aydınlığa çıkması için yüz türlü müspet ve muvafık şeraitin bir araya toplanması lazım gelir, bir şans işi...

Hep O Şarkı (1956)

  • Zehir yudum yudum içilmez. Onu, bir hamlede yutmak lâzımdır

Kaynakça

  1. Karaosmanoğlu, Yakup Kadri (1981). Atatürk. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. s. 8. 
  2. Nur Baba. Hazırlayan: Atilla Özkırımlı. Birikim Yayınları. s. 23. 
Yakup Kadri Karaosmanoğlu ile ilgili daha fazla bilgiye Vikipedi'den ulaşabilirsiniz.